Atılım: Taner yoldaş, partimiz 100. kuruluş yıldönümünü karşılıyor. Zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor, bu büyük yıl dönümünde görüşlerinizi almak istiyoruz.
S.Taner yoldaş: Biz tüm parti üyelerimiz, parti örgütlerimiz, Merkez Komitemiz ve şahsımız adına teşekkür ederiz. Üstlendiğimiz görev kolektif bir görevdir. İfadelerim şahsi fikirlerim değildir. Tüm örgütümüzün iradesini temsil eder. Bilinen ve sürekli üzerinde durulan konuları isterseniz tekrar etmeyelim. Siz de katılırsanız, önemli gördüğünüz ve çok ele alınmamış konuları ele alalım.
Atılım: Yoldaşım, bir dizi konuyu ele almamak zor olacak. Biz sorularımızı yöneltelim, siz önem gördüğünüz konuları daha kapsamlı ele alın. Uygun mudur sizce de? Birinci sorumuz genel olacak. TKP son 100 yılda çok çetin süreçler yaşadı bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
S.Taner yoldaş: Tabii teşekkür ederiz. Partimiz, ülkenin en eski partisidir. Bunu ülke nüfusunun yüzde doksandokuzu bilmez. Bıkmadan, usanmadan çok geniş yığınlara gerçekleri anlatmak zorundayız. 1920’de Osmanlı artığı Anadolu ve Trakya coğrafyasını yeniden şekillendirmek için kurulmuştur. Fiilen Ulusal Kurtuluş Savaşına katılmış ve kahramanlıklar göstermiştir. Bu ülkenin önce emperyalist güçlerden ve aynı zamanda da onların işbirlikçilerinden temizlenmesi için savaşmıştır. Burjuvaziyi ürküten de bu olmuştur. O dönemde Büyük Ekim Devrimi’nin etkileri altında Anadolu ve Trakya halkları arasında partimizin çok ciddi bir karşılığı vardı. “Öyle olsaydı sonucu şöyle olurdu” demek belki yanlış olacak ama çok somut olduğu için bu riske girerek söyleyelim. Mustafa Suphi ve yoldaşları Mustafa Kemal önderliğindeki burjuva “demokrat” kesimler tarafından katledilmeseydi Türkiye farklı bir gelişme yolu izler ve bugün böyle olmazdı. Mustafa Kemal’in varlığı koşullarında dahi gelişim farklı olurdu. Mustafa Suphi ve Ethem Nejat yoldaşlarımız çok nitelikli eğitim almış, alanlarında uzman ve komünizm ideallerine sımsıkı bağlı olarak bütün bilgi ve becerilerini savaşımın pratiğinde, sahada da icra eden yoldaşlarımızdı. Mustafa Kemal dahil, tüm kurmayları da içinde tabiri yerindeyse onların her birini on defa ceplerinden çıkaracak bilgi, deney ve cesarete sahiptiler. Bu özelliklerinin komünist kişilikleri ile bütünleşmiş olması, Lenin ve Stalin yoldaşlar ile mesai harcamış deneye sahip olmuş olmaları onların niteliklerini belirliyordu. Bizce bu kesin bir olgudur. Sadece ve sadece bu nedenle Onbeş önder yoldaşımız katledildi, partimiz yasaklandı. Bu cinayete ve partimizin yasaklanmasına başka bir neden aramak yanlış olur. Konuya sade ve sarih olarak bir de bu yönüyle bakmak gerekir. Ve burjuvazinin 100 yıl boyunca partimize karşı tavrı da hiç bir zaman değişmemiştir. Onlar partimizi baş düşman olarak görmüşler ve kendilerince ona uygun davranmışlardır. 1920’den günümüze binlerce yoldaşımız toprağa düştü, onbinlercesi ağır ve insanlık dışı işkencelerden geçti, sakat kalanlarımızın sayısı binlerle ifade edilir. Binlerce yoldaşımız sürgün edildi, yüzlercesi sürgünde öldü. Ve partimiz halen yasaklı. Bu bir anlam ifade etmeli.
Partimizin 100 yıllık savaş yolunu belirleyen bu çıkış noktası oldu. Defalarca yok ettiklerini sandılar, ancak her dönem yeniden toparlandı, örgütlendi ve savaşımını sürdürdü. Yasaklı olmasına rağmen ülkemizin en namuslu tanınmış aydınları; sanatçıları, edebiyatçıları, bilim adamları, hukukçu, doktor ve profesörleri her dönemde partimizi desteklediler, işçi sınıfının savaşımını desteklediler. Yüzlercesi partimizde örgütlendi, onlarcası partimizin merkezi organlarında görevler aldılar. Bu yoldaşlarımız ve parti dostlarımız ölene kadar düzenli aidatlarını ödediler, bağışlarını yaptılar. Yaşayanlar ise geleneklerine bağlı olarak katkılarını sürdürüyorlar. Sanırım isimleri sıralamaya gerek yok. Bilinenleri herkes biliyor, gizli kalanları da parti hafızamız biliyor.
Düşününüz, Mustafa Kemal 1920 yılında, partimiz kurulduktan bir ay bir hafta sonra 18 Ekim 1920’de, daha sonra CHP’yi kuracak kendi kurmaylarına, ki içlerinde Rafet Bele, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Enver Paşa ve bizzat kendisi de var, sahte ve resmi bir “Türkiye Komünist Partisi” kuruduruyor. Biliyorsunuz bunun talimatını da kendi el yazısı ve Gazi Mustafa Kemal imzasıyla not olarak yazıyor. Bu belgenin orijinal fotoğrafını biz de yayınladık ama Habertürk gazetesinde tarihçi Murat Bardakçı da yayınladı. Bu partiyle Komintern’e dahi üyelik başvurusu yaptılar ve reddedildiler. Detaya girmeyelim. Buraya kadar değindiğimiz örnekler bize partimizin Türkiye politikaları açısından önemini ve değerini anlatıyor. Burjuvazi de bundan rahatsız oluyor. Bugün de rahatsız olmaya devam ediyor. Partimizin yüz yıllık tarihini belirleyen kırmızı hat budur.
Atılım: Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemi’ndeki karşı-devrim TKP üzerinde nasıl bir etki yarattı?
S. Taner yoldaş: Tek cümle ile ifade etmek gerekirse, çok kötü bir etki yarattı diyebiliriz. Çok ciddi bir yaprak dökümü yaşadık. Sırtını dönenler oldu. Sadece bizde değil, tüm dünyada, özellikle Sosyalist Devletlerde. İsterseniz yaşadıklarımızın detaylarına sonra girelim. Burada başka bir konuya değinelim. Hiç birimiz kondurmuyorduk ama halk arasında söylenen bir söz vardır. “Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olur”. Maalesef Sovyetler Birliğinde bu süreç yaşandı. Yani birden bu sonuçla karşılaşmadık. Biz sürekli birileri içerden müdahale eder ve sonucun buraya gelmesini engeller diye düşündük. Böyle bir sonucu açıkçası beklemiyorduk. Ama 1987 yılından itibaren artık SBKP’de en üst düzeyde etkili olanların rotayı Sosyal Demokrasi’ye çevirdikleri ortaya çıkmıştı. Yine de umudumuz vardı ama olmadı.
Dünya’daki kardeş partilerde ve bizde ciddi bir demoralizasyon ve inançsızlık baş gösterdi. Sosyalizm hele Komünizm kavramları kullanılmaktan imtina edildi. Orak-Çekiç sembolleri rafa kaldırıldı. Örgütsüzlük örgütlenmeye başlandı. Bundan sonra “öncü parti”, “Leninci Parti” kavramları kullanılamaz, “eski” komünistler arasında daha geniş, çoğulcu, sol partiler içinde çalışımalı fikriyatı yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Marx ve Engels’in çözümlemelerinin 19. yüzyıl için ufuk açıcı olduğu ama 20. yüzyılda artık geçerliliğini yitirdiği ileri sürülerek “Post Marksist” teoriler üretilmeye başlandı. Lenin ve Stalin yoldaşlara çok uzak mesafe kondu. “1917’de öyleydi ama artık dünya değişti” söylemleri yaygınlaştırıldı.
Bütün bunlar ileri sürülürken Marx, Engels ve Lenin’in tüm teori ve görüşlerini üzerine kurdukları tezler yeteri kadar sorgulanıp değerlendirilmedi. Evet, karşı-devrim ile geçici bir yenilgi yaşadık ama acaba burjuvazi artı-değer sömrüsünden vaz mı geçti, emek-sermaye çelişkisi gibi uzlaşmaz bir çelişki ortadan mı kalktı, kapitalist-emperyalist sistemin doğasında olan sömürgecilik ve savaş politikaları terk mi edildi? Bu ve benzeri sorular bazı eski partili yoldaşlarımız arasında yeteri kadar sorgulanmadı kanısındayız. Katılıyoruz, yeni çelişkiler ve sorunlar da oluştu, ama bunların hiç biri burjuvazinin aşırı kazanç elde etme güdüsünden bağımsız oluşan sorunlar değillerdi. Pekiyi, burjuvazi kendi ideolojisinden vaz geçmiyor ise biz niye geçecektik? Bunu göremeyenler oldu ve “elveda” dediler.
Atılım: Üzerine çok konuşuldu ama likidasyon ile ilgili ne söylersiniz?
S. Taner yoldaş: Likidasyonun koşullarını oluşturan nedenler Sosyalist Devletler’de yaşadığımız karşı-devrim olgusu ile bire bir ilintilidir. Komünist Partilerin ideolojik merkezini oluşturan SBKP’deki olumsuz gelişmeler doğal olarak kardeş partilerimizi ve partimizi de doğrudan etkiledi. Karşı çıkışlar oldu, olmadı değil. Ama Leninci parti disiplini içinde fraksiyon oluşturmamak, parti disiplinine uymak adına bu karşı çıkışlar parti örgüt ve organları içinde yürütülen tartışmalar ile sınırlı kaldı. Bazı kardeş partilerin örneğin PB ve MK’larında da sözde “yenilenmesi” kadrolar çıktı, ancak Genel Sekreter ve MK çoğunluğunun Marksist-Leninist ilkelere bağlı kalmalarından dolayı bir ila üç yıl süren tartışmalar sonucunda, “yenilenmeciler” partilerinden ayrıldılar, kimisi çoğulcu sol partilerde yer aldılar, kimileri sosyal demokrat partilerde, kimileri de çevre hareketleri ve yeşil partilerde kendilerine yer buldular. Bazıları da doğrudan burjuvazinin saflarına geçtiler.
Bizim partimizde durum farklı gelişti. “Yenilenmeciler” MK içinde küçük bir grup değil, Genel Sekreter ve PB’den başlamak üzere çoğunluğu oluşturdular ve el birliği ile partimizi sürekli sağa yönelterek sonunda “Komünist Partisi’ne gerek yoktur” anlayışı ile tepeden bir likidasyon uyguladılar. Bu da partimizin tümünü atomize edercesine dağıttı. Çünkü dağıtarak, parçalayarak, yok ederek, sol parti adlarında partilere yöneltip onların içinde eriterek TKP’nin örgütsel yapısını dağıtmaya çalıştılar. Bize göre bu süreç 1986 yılında TİP ile birlik görüşmelerinin başlamasıyla gündeme gelmiştir. TBKP’nin kurulması bu sürecin parçasıdır.
Bugünden baktığımızda o süreçlerde parti politikalarına ve ideolojik yönelimlerine karşı çıkan kadroların daha örgütlü davranmaları gerekirdi diyebiliyoruz. Fraksiyon olarak değil ama farklı görüşlerin parti içinde açıkça tartışılıp karar alma süreçlerini etkilemesi sağlanabilirdi. O dönemde likidasyonu yürüten yöneticilerin buna parti disiplini ve Leninci Parti ilkeleri adına kabul göstermeleri mümkün değildi. Halbuki onlar Leninci Parti ilkelerini zaten yanlış bulur duruma gelmişlerdi. Bugün o gün de partimizin en büyük hatalarından birinin “tek doğru biziz” tezini savunduğunu ileri sürüyorlar ve çoğulculuğu doğru buluyorlar. Öyleyse onlara göre “yenilenme” ve “açıklık” süreçlerinde parti içinde görüşlerin tartışılmasına neden izin vermediler? Bu noktada olmayan samimiyetlerini sorgulamaya hiç gerek kalmıyor. Değilse, yapmaları gereken, görüşlerin oluşması sonucunda çıkacak kararlara kendilerinin de uyması, hatta artık “Komünist Parti’ye ihtiyaç yok” diye düşünüyor idiyseler, istifa edip kendi yollarında gitmeleri idi. Ancak onlar bunu yapmadılar, partiyi yukarıdan aşağıya tasfiye etme yolunu seçtiler, ondan sonra da çıkıp TKP’nin savunduğu ilke ve politikaları “günümüzde artık geçerliliği yok” içeriği ile eleştirmeye başladılar. Madem yoktu, o zaman ayrılsaydınız… Koskoca bir partiyi tasfiye etmek için çaba harcamak niye? İşte bu noktada ortaya “asıl niyetleri neydi?” sorusu çıkıyor. Bu konuya da burada çok fazla girmek istemiyoruz. Bu sorunun yanıtını belgeler ve tarih er geç ortaya çıkaracaktır.
Atılım: Bu konuda hiç mi görüşünüz yok?
S. Taner yoldaş: Var, ama davranışlardan ve sonuçlardan niyet okuma yerine varolan ve henüz ortaya çıkmayan belgeler üzerinden kesin konuşmak gerekir. Bunun yeri ve zamanı geldiğinde gereken açıklamaları yapacağız. Şimdi bu konuda derinleşmeyelim.
Atılım: 1991’den sonraki süreci nasıl değerlendirirsiniz?
S.Taner yoldaş: Bugün partimizin iskeletini oluşturan yoldaşlar olarak 1986 yılından itibaren görüş ve eleştirilerimizi bulunduğumuz örgüt ve organlarda her zaman tartıştık. Hatta dönemin parti yönetimi 1986 yılında bizleri SBKP’nin Moskova’daki Marksizm Leninizm Enstitüsü’ne “açıklık ve yenilenme” politikaları konusunda ikna etmek için delege etti. Bir ila üç aylık dönemlerde Sovyet yoldaşlarla eğitim, görüşme ve tartışmalar yaşadık. Etkinliklere en üst düzeyden MK ve SBKP Bilimler Akademisi üyesi ideologlar katıldı. Biz ikna olmadık. Katılan yoldaşların içinde daha önce TKP MK ve PB’sinde yıllarca büyük özveri ile görev almış Zaro ve Duman yoldaşlar da vardı. Bu yoldaşlarımız dahil bugün yaşayan ve yaşamayan toplam 25 yoldaştık. Bu 25 yoldaşın içinden de 1986 ile 1991 arasında farklı sonuçlara varan yoldaşlar oldu, ama hiç birisi parti yönetiminin likidasyon politikasını onaylamadı ve bugün likidasyonu gerçekleştirenler ile birlikte değiller.
İlk şok 1989’da Demokratik Alman Cumhuriyetinin Federal Almanya Cumhuriyeti tarafından ilhakı döneminde yaşandı ve asıl kıyamet 1991 Aralık ayında SSCB’nin resmen sonlanması ile koptu. O saatten sonra artık herkes bir anlamda boşa düşmüştü. 1991’de TBKP vardı ve aynı yöneticiler onu da nasıl yok ederiz derdine düşmüşlerdi. Dolayısıyla biz görüşlerimizi TKP’liler olarak savunmakta özgürdük. TBKP sürecinde TKP’nin illegal örgüt yapısınından kalan diri unsurlar ile TKP’nin illegal faaliyetlerini korumak şartıyla, TBKP’yi TKP çizgisinde reformist olmayan legal bir KP’ye dönüştürürüz düşüncesi vardı, ancak TBKP’nin son İstanbul İl Kongresi’nde yaşanan gelişmeler bu yolu tıkadı.
Bu gelişmelerden sonra geri çekildik. Bizim dışımızda dört kardeş Komünist Partisi ve Sovyetlerden bir grup yoldaşla KP’ler olarak bundan sonra nasıl bir yol izlenmelidir, politik hat ne olmalıdır, Marksizm-Leninizm’e, Leninci Parti teorisine nasıl yaklaşılmalıdır, Lenin’in Emperyalizm teorisi nasıl ele alınmalıdır, Stalin’i karalama kampanyalarına karşı nasıl tavır alınmalıdır, Sovyetler Birliği ve diğer Sosyalist Devletlerde yaşanan karşı-devrimin nedenleri nelerdir, Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki gelişmeler nasıl değerlendirilmelidir gibi ve daha bir dizi konuda oluşturduğumuz Çalışma Grubu çerçevesinde içeriksel tartışmalar ve görüşmeler yürüttük. Beş kardeş parti olarak bu konulardaki görüşlerimizi netleştirdik, bir anlamda program tartışması niteliğinde bir faaliyet yürüttük. Aynı dönemde tek tek yoldaşlar olarak da okumalar yaptık, Marksist-Leninist temel eserleri yeni durumu göze alarak inceledik, kimi burjuva teorisyenlerin, Sosyalizme sırtını dönmüş eski komünistlerin yazılarını, kitaplarını okuduk, inceledik, tartıştık. Sosyalist Devletlerin KP’lerinin 1991 öncesi önemli yöneticilerinin farklı değerlendirmeler içeren kitaplarını değerlendirdik ve tüm bu çalışmalardan sonuçlar çıkardık. Bir taraftan araştırdık, diğer taraftan örgütü yeniden ayağa kaldırma çalışmalarına devam ettik.
Atılım: Günümüze ilişkin nasıl bir faaliyet yürütüyorsunuz?
S. Taner yoldaş: Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, TKP tekrar örgütlü bir yapıya kavuşmuş durumdadır. Yoldaşım çok yönlü bir çalışma yürütülüyor. Takdir edersiniz ki devrimci programatik hedefle faaliyet yürüten partimizin amaçları yerine getirmek için farklı alanlarda yürüttüğü çalışmalar vardır.
Sınıf içinde ve halklarımız arasında yürütülen çalışmalardan söz edelim. Ülkede fiili konspiratif parti örgütlenmesi dışında da bir yandan 80 öncesi yoldaşlarımızı ve sempatizanlarımızı kapsayan geniş bir parti dostu çevremizde ilişkileri koruyor ve geliştiriyoruz. Diğer yandan, parti örgütlerimiz, yoldaşlarımız ve geniş çevremiz ile sınıf içinde yığın çalışması yürütüyoruz. Bu çalışmaları sendikalarda, kitle örgütlerinde, yerel derneklerde, dayanışma ağlarında ve yasal kurulmuş siyasi parti oluşumları içinde sürdürüyoruz. Sınıf içinde kök salma hedefiyle sahada yürütülen faaliyetler belirleyici önem taşıyor. İşyerlerinde, fabrikalarda yürütülen çalışmaları, işçi yatağı semtlerde yürütülen çalışmalara bağlıyoruz.
Partimizin konspiratif örgüt yapısı dar, deneylimli ve nitelikli bir kadroya dayanıyor ve günümüz koşullarında sınıf içinde siyasal ve demokratik yığın çalışmasının sevk ve idaresi konusunda yeterlilik gösteriyor. Çalışmalar geliştikçe ihtiyaçlar temelinde bu dar yapının gerektiği kadar büyütülmesi ön görülüyor.
Günümüzde belirleyici olan illegal örgütlenmenin yasal veya yarı yasal bir örgütlenme tarzına dönüştürülmesi değil, parti politikalarının değişik araç, gereçler ve demokratik muhalefet alanında her demokratik ve siyasi yapı içinde yaygınlaştırılması temelinde yürütülmesidir. Tam ifade etmek gerekirse, en küçük yerel birimden herhangi bir demokratik veya siyasal kuruluşun en tepesine kadar parti politikalarımızın etkileme oranını artırmaya çalışıyoruz. Bu alanların içine parlamentoyu ve parlamentoda temsil edilen siyasal partileri de eklemek gerekir. Diğer yandan belirlenen sayıda görevli yoldaşlarımız HDP ve HDK çalışmalarına aktif olarak katılıyorlar.
Parti politikalarının yaygınlaştırılması faaliyetinin yanısıra ülkede bilimsel alanda yozlaşmaya karşı ciddi bilimsel çalışmalar yürütüyoruz. Aydınlar arasında ve kültür sanat emekçileri ile birebir diyaloglar yoluyla yozlaşmaya karşı politik faaliyetler yürütüyoruz. Eğitim sistemindeki gericileşme ve yozlaşmaya ve özellikle koronavirüs salgını döneminde sağlık alanında devletin uygulamalarına karşı bilimsel görüşler geliştirme konularında etkimiz olmaktadır. Bir dizi muhalif yazar, profesör, bilim adamı, hukukçu, kendi görüşlerini oluştururken partimizin görüşlerinden etkileniyorlar. Bu da yürütülen sistematik ilişkiler sayesinde oluyor. Benzer bir çalışmayı sendika yöneticileri arasında da yürütüyoruz. Farklı konfederasyon ve işkolu sendika yöneticileri ile sağlıklı, sürekli diyaloglar geliştirdik. Saylavlar arasında da aynı doğrultuda çalışmalar sürdürülmektedir. Tüm bu ve belirtemediğimiz alanlarda bireyleri parti politikaları ve görüşlerimiz doğrultusunda etkileme çalışmalarımız bir anlamda diplomatik nitelikli titiz bir çalışma gerektiriyor ki, bunu iyi yaptığımızı düşünüyoruz.
Genç kadın ve erkekler arasında çalışmalara ayrı bir önem veriyoruz. Yığın çalışmaları içinde birlikte olmaya başladığımız gençlerde parti politikalarımıza yönelim artıyor. Gençliğin ülkenin içinde yaşadığı yozlaşma ve onun da ötesinde sol içinde yaşanan yozlaşmadan etkilenmeyerek eğitilip yetiştirilmesi temel bakış açımızı oluşturuyor. Parti politikalarımızla tanışan ve ilgi duyan genç kadın ve erkeklerin formasyon kazanmaları ayrı bir çalışma olarak yürütülüyor. Partimizi günümüzden geleceğe bağlamak, sürekliliğini sağlamak için sadece güncel deneyler yetmiyor. Kadro olacak genç kadın ve erkeklerin partimizin geçmiş deneyleri ve Komintern gelenekleri doğrultusunda şekillenmeleri ihmal edilmeden yürütülen çalışmaların başında geliyor.
Atılım: Partimizin yeni program taslağı geçmişten farklı hangi özellikleri taşıyor?
S. Taner yoldaş: En büyük farklılık dünyadaki değişimler alanındadır. Dünyanın üçte birini kapsayan Sosyalist Devletler Topluluğu’nun artık olmaması günümüzde dünya, bölge ve ülke analizinde eskiye oranla ciddi farklılıklar taşıyor. Yetmiyor, bu yeni koşullarda emperyalizmin saldırganlığının daha da artığını ve kapitalist ülkelerde otoriter, baskıcı, faşizan yönetim biçimlerinin yaygınlaştığı gerçeği dikkate alınmak zorunda. Günümüzde Türkiye de sivil görünümlü, gerici, otoriter, baskıcı ve faşizan yöntemler uygulayan bir diktatörlük ile yönetiliyor.
Türkiye açısından bakarsak, Türkiye de artık eski Türkiye değil. Az gelişmiş, orta derecede gelişmiş veya geri bıraktırılmış tanımlamaları artık gerçeği yansıtmıyor. Türkiye’yi bir eşik ülkesi statüsünde değerlendiriyoruz. Yani, orta derecede gelişmiş kapitalist bir ülkeden, çok gelişmiş kapitalist ülkeye geçiş eşiğinde.
Türkiye’de finans kapital gelişti, sanayi ve özellikle askeri sanayi yatırımları 30-40 yıl öncesine göre kat ve kat arttı, sermaye ihraç eden bir devlet haline geldi. Bölgesel askeri işgaller ve savaşlar dış politikanın yöntemlerinden biri durumuna getirildi. Diğer yandan Türkiye hala açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği, nüfusunun yarısından fazlasının açlık ve yoksulluk sınırınının altında yaşadığı bir ülke. Kişi başı milli gelir gelişmiş kapitalist ülkelerin çok fazla altında seyrediyor. Bu gelişmelerin ve çelişkili verilerin tümü dikkate alınmak zorundadır. Alınmadığında, kestirmeden, toptancı sonuçlar çıkarmak tehlikesi vardır. Önemlidir. Çünkü devrim stratejisi ve devrimci sürecin tarifi ülkenin verili ekonomik politik durumu temelinde belirlenir.
Yeni program taslağı bu noktaların dışında iki önemli konuda özleştirel görüşler içeriyor ve sonuçlarını politik programatik hat düzeyine yükseltiyor. Bunların birincisi Kemalizm konusunda partimizin özellikle Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlinden sonra izlenen politikalardır. 1973 yılına dek ama 1973 yılından sonra da dönem dönem Kemalist politikaların parti hattını belirlediğini tespit ediyoruz ve buna itirazımız var. Partimizi yok etmeye çalışan ve sürekli ona karşı savaşan bir burjuva siyasal akımdan komünistlere politik dost olmaz. Bu konu biraz da komünistler ile sosyal demokratların ilişkisine benziyor ama ondan da öte niteliksel bir içerik taşıyor. Biz bu konuda netiz. Burada CHP tabanında, seçmeninde ve ara ile alt örgütlerinde canla başla çalışan devrimci-demokrat nitelikli bireylere yaklaşımdan söz etmiyoruz. Tamamen politik bir duruştan söz ediyoruz ve devletin kurucu iradesi olan, günümüzde de devletin en önemli bileşeni olan bu politik eğilim ile aramıza kesin mesafeler koyulması gerektiğine inanıyoruz.
Kemalizm konusunda üzeri çok örtülen ve özellikle günümüzde kamuoyuna farklı yansıtılan bir olguya da dikkat çekmeden geçmeyelim. Bugün Cumhurbaşkanlığını Recep Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güncel politikaları ile 1924 Anayasası ile belirlenen siyasi çizgi arasında hiç bir niteliksel farklılık yoktur. Mustafa Kemal’in görüşleri neyse Erdoğan’ınkiler de onlardır veya öyle dillendiriyor diyelim. Görüntüde kimi farklılıklar olabilir ama onlar kozmetik farklılıklardır, makyajdır. Özellikle Kemalistlerin yüzde 20-25 bandının üstünde oy alamadıkları bir toplumda Erdoğan gibi bir siyaset ve din tellalına ihtiyaçları var. O sayede yüzde 50 bandını aşabiliyorlar. Örneğin bugün kendisine solcuyum diyen birçokları Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda Erdoğan’ı eleştiriyor. Haklılar, ama bu kurumu kuran Mustafa Kemal’dir. Türk-İslam Sentezi’ni devlet doktrini olarak geliştiren, Türklük ve sadece Sünni İslamın Hanefi mezhebi temelinde ulus-devlet yapılanmasını kuran Mustafa Kemal’dir.
Buradan aynı derecede önemli diğer konuya geçelim. Kürt ulusal sorununa yaklaşım konusu. Bu konuda partimiz her zaman ilkesel bir tutum almış olsa da pratik siyasette ve politika geliştirilmesinde Kürt ulusunun hakları konusunda uzun yıllar Kemalist politikaların esiri olunmuştur. Kemalizm ile Kürt ulusal sorununa bakış konuları birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Biz Kürt sorununu merkeze almadan Türkiye’de hiçbir sınıfsal çalışma yürütülemeyeceği ve politik programatik hat çizilemeyeceği sonucuna ulaştık. “Kürt halkıyla dayanışma!” Bu ne kadar eksik ve gereksiz bir belgidir. Kürt halkı Türkiye halklarının bir bileşeni. Bunu ayıramayız, Kürt halkının mücadelesi bizim mücadelemizdir. Güney Afrika Komünist Partisi, ABD Komünist Partisi, siyahlar kölece muamele görürken “Siyahlar ile dayanışma” mı diyordu. Bu sorunu Sosyalizm’de çözeriz mi diyorlardı? Hayır! Siyahların sorunlarının çözümünü sınıfsal sorunlar ile birlikte en başa alıyorlardı. Kötü bir benzetme diyebilirsiniz, derdimizi çarpıcı bir şekilde bilince çıkarmak için bu örneği vermek zorunda kaldık. Türkiyeli komünistlerin de Kürt ulusal sorununun çözümüne böyle yaklaşmaları gerekmektedir.
Türk solcularının Kürt devrimcilerine akıl öğretmeye çalışmaktan vaz geçmeleri gerekmektedir. Türkiye’de sınıf savaşımı, devrim mücadelesi, Kürt ulusal sorununu çözme mücadelesi ile bir bütündür, birleşik bir mücadeledir. Ve inanın ki Kürt devrimcileri, Türkiyeli komünistlerden, devrimcilerden nasıl bir dizi konuyu deneysel olarak öğrendiklerini ifade ediyorlarsa, Türkiyeli komünistlerin de sadece son 40 yıllık mücadelelerinden değil, yüzyıllara dayanan Kürt özgürlük mücadelesinden strateji açısından, taktik açıdan, direngenlik ve savaş deneyi açısından öğrenecekleri çok daha fazla şey vardır.
Bir diğer konu Ortadoğu gerçeğine yaklaşım sorunudur. Türkiye bu bölgenin önemli bir parçası. Türkiye halkalının yarısından çok fazlası Ortadoğu halklarıdır. Kürtler Ortadoğu’da dört ülkeye bölünmüşlerdir. En büyük bölümü Türkiye’dedir. Araplar Türkiye’de yerleşik olarak varlar. Arap, Kürt, Türkmen, Ermeni, Süryani, Çerkes halkları bölgede iç içe geçmişlerdir. Emperyalist güçler bölgeye aşırı önem veriyorlar, işgal ve abluka pratikleri sürüyor. Bu durumda Türkiye’nin bölgede oynadığı savaşçı, işgalci role karşı, Türkiyeli komünistler ama sadece komünistler değil, tüm devrimci güçler, barış ve demokrasi güçleri bölgeye ilişkin barışçıl, demokratik ve anti-emperyalist, anti-kapitalist bir politika geliştirmek zorundadırlar. Filistin sorunu kangren olmuş durumda. Dört parçada tuttuğu jeopolitik ve stratejik rol itibarıyla Kürtler Ortadoğu sorununun çözümünde kilit rol oynuyorlar. İran, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan, İsrail ve Filistin Komünist Partileri kardeş partilerimizdir. Ortak yönelimler geliştirecek çalışma grupları oluşturulması için çok geç kalınmıştır ama yanlışın neresinden dönülse kardır. Ortadoğu politikaları konusunda, bölgenin barış ve demokrasiden yana gelişimine uygun stratejik anlamda yeni açılımlar ortaya koyamayan ve bunun araçlarını yaratmayan hiç bir siyasi akımın bölgede ve kendi ülkelerinde politik başarı elde etme şansı yoktur. Program çalışmalarında bu yan eksik kalmıştır, geliştirilmesi gerekmektedir. Yüzünü Avrupa’ya dönmüş bir partiden Ortadoğu’ya dönmüş bir partiye evrilmemiz gerekiyor. Bu konu yeni bir yaklaşım belirliyor.
Son olarak şunu ifade etmemiz gerekir. TKP’nin yeni program taslağı partimizin kuruluşunda onaylanan Birinci Programına dönüştür. Türkiye Sosyalist Federatif Cumhuriyeti önermesi sınıfsal sorunlarla, ulusal ve kültürel sorunların birlikte çözümünün ifadesidir.
Atılım: Aynı adı taşıyan yasalda kurulmuş partiler hakkında nasıl bir değerlendirmeniz var?
S. Taner yoldaş: Bu konuda çok konuşuldu ve yazıldı. Bizce bu yaklaşımı politik programatik değerlendirme açısından ele almak gerekir. Söyleşimizde ele aldığımız konular hakkında duruşumuz söz konusu parti ve gruplarla olan ilişkimizi belirler. Reformist, revizyonist, oportünist, parlamenterist, kemalist, ulusalcı akımlara karşı adlarında “komünist” ibaresi geçse de ardıcıl bir ideolojik mücadele vermek zorundayız.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahte “TKP”’ler kurma ve kurdurma geleneği ayrı bir konudur. Böylesi partiler TKP adına saygı ve bağlılık duyan veya ülkenin kurtuluşunu TKP’de gören bireyleri öğütüp kenara atma makinesi haline gelmiştir. Sınıf içinde, Kürt halkı içinde taban tutmaları mümkün değildir. Bunları etkisizleştirmek TKP’nin, partimizin gelişip güçlenmesi ile mümkün olacaktır.
Sadece bir örnek vermemize izin verin. “TKP” adını taşıyan icazetli parti geçtiğimiz Ekim ayında dünyadaki 124 Komünist ve İşçi Partisi’ni 21. Buluşma için İzmir’e davet etmiş. Ve bu daveti Türkiye’nin Suriye ve Irak’a, Kürdistan’a işgal operasyonlarını yoğunlaştırdığı bir dönemde gerçekleştireceklerdi. Bu MHP destekli AKP-Saray Rejimine dolaylı olarak destek veren, diktatörlüğü itibarlaştıran bir etkinlik olacaktı. Sanki ülkede burjuva demokrasisi var, sanki Suriye’ye işgal saldırısını başlatan yönetim Türkiye’nin iktidarı değil. Biz hemen davetli olan partilere birer mektup yazarak onları uyardık. Sonunda 124 davetli partiden sadece 56 tanesi geldi. Yapacakları açıkhava etkinliğini de “siyasi ortam karışık” gibi gerekçelerle iptal ettiler. Bu rezaleti kim savunabilir? Bu örnek çok şey anlatıyor.
Onların ötesinde partimizin eski üyeleri olup, likidasyon sürecini desteklemiş veya kabullenmiş özellikle eski yönetici kadrolar 100. kuruluş yıldönümümüzü değerlendirerek örgütsüzlüğü örgütlemeye çalışıyorlar. Bilgi kirliliği ve dezenformasyon yayıyorlar. Devletin politikası olan partimizi “tarihsel” ilan etme görüşüne alet oluyorlar. Bu konuda da tüm TKP çevresini, özellikle eski üyelerimizi uyanık olmaya, sapla samanı ayırmaya çağırıyoruz. Genç ve yeni kadrolar bu çevreler konusunda çok daha net görüşlere sahipler ve kesinlikle prim vermiyorlar.
Atılım: Eylem ve güç birlikleri konusunda nasıl bir politikanız var?
S. Taner yoldaş: Bu konuya bir kaç açıdan bakmak lazım. Birincisi; en acil olan sorunumuz varolan iktidara son vermektir. Burjuva liberal demokratlardan komünistlere kadar çok geniş bir siyasi yelpaze bu ortak paydada birleşiyor. İkincisi; program taslağında da gerekçelendirdik. Türkiye’de tüm devrimci ve sosyalist örgütlenmeler 1951’den sonra TKP’den çıkmıştır. Devrim Cephesi çerçevesinde tüm bu güçlerin bir araya gelmeleri ve devrim sürecini birlikte taşımalarını sağlamak görevimizdir. Böylece ayrışmayı da sorumluluğumuz gereği yine biz farklı bir düzeyde aşmış olacağız. Bu alanda pratikte atılmış olan ve yürüyen somut gelişmeler vardır. Konu program taslağında ayrıntılı ele alınıyor. Üçüncüsü; Kürt devrimci demokratik özgürlük hareketi ile Türkiye işçi sınıfın devrimci güçlerinin birleşik mücadelesini sağlamaktır. Bu sağlanmadan Türkiye’de hiç bir devrimci süreç ilerletilemez. Ve bu üç alanda eylem ve güç birlikteliği masa başında değil sahada yürütülen sıcak savaşımlar içinde şekillenecektir.
Atılım: Teşekkür ederiz Taner yoldaş, son olarak iletmek istediğiniz mesaj nedir?
S. Taner yoldaş: Partimizin 100 yıla sığan şanlı bir tarihi var. Mustafa Suphilerden günümüze kadar toprağa düşen binlerce yoldaşımıza verdiğimiz söz, onların tamamlayamadıkları görevi tamamlama sözüdür. Bizler TKP’yi tekrar ülke politikalarını etkileyecek ve programatik devrimci amaçlarımızı gerçekleştirecek kabiliyette parti düzeyine yükseltmek için örgütlemeye çalışıyoruz. İdeolojik ve politik olarak parti program taslağına katkı yapmak isteyen, program taslağını birlikte şekillendirelim düşüncesinde olan tüm eski yoldaşlarımıza bu konuda çağrı yapmak istiyoruz. Partimizin yönetimi ve organları geçicidir. Program taslağı ve tüzüğümüzün onaylanacağı Kongre partiyi ileriye taşıyacak görevlendirmeleri yeniden yapacaktır. Ancak bu süreci örgütlemek de bir yönetim, koordinasyon ve örgütlenme gerektirir. MK’mızın oluşturulma amacı bu geçici görev sürecini yönetmektir. TKP’ye gönül vermiş, bilincine komünizm ideallerini kazımış tüm yoldaşlarımızı bu sürece katılmaya ve kol kola yürümeye çağırıyoruz.
Türkiye’nin geleceği TKP’siz belirlenemez! Bu bilinç, kararlılık, cesaret ve özgüven ile partimizin 100. yaş gününü karşılıyoruz. Partimizin 100. yaş günü kutlu olsun. Tüm yoldaşlarımıza, dostlarımıza ve parti örgütlerimize en sıcak komünist sevgi ve selamlarımızı iletiyoruz. Teşekkür ederiz.