AKP’ye Karşı Mücadele (I)

AKP’ye Karşı Mücadele (I)

AKP’ye karşı mücadele dediğimizde salt eylemlilik, söylem ve açıklamalar ile sınırlı olmadığı hepimizin malumudur. Burjuvazinin işbirlikçi oligarşik iktidarına karşı yürütülecek savaşımın ilk elde edilmesi gereken mevziisi AKP iktidarının yıkılmasını sağlamaktır. Bu ihtiyaca bağlı olarak, AKP’ye karşı mücadeleyi diğer burjuva partilerine karşı mücadeleden ayıran özellikleri dikkate almazsak başarılı olamayız.

Şu konuda hemfikiriz. Asıl amaç işbirlikçi tekelci burjuvazinin oligarşik iktidarını yıkmaktır, burjuva devlet yapısını dağıtmak ve işçi sınıfının iktidarını kurmaktır. Oligarşik yapı içinde yer alan militarist güç de bu savaşımda son tahlilde belirleyici bir rol oynayacak. Cumhuriyet kurulalı beri, devletin “koruyucu” ve “kollayıcı” temel direği olarak sunulan ordu nötralize edilmeden ve bölünmeden devrimci savaşımda sonuç almak mümkün değildir. Çünkü o burjuvazinin bekçisi anlamında, koruyucu ve kollayıcıdır. Bugünkü ordu burjuvazinin devletinin güvenliğinden sorumludur. Ordu konusunda da bu anlamda sonuç alıcı adımlar atmak için gerekli olan öncelikle burjuva devletininin yumuşak karnını hedef almak ve sonuç elde etmektir. Gerek devrimin ordusunun oluşması, gerekse de bu savaşımın toplumsal ve politik bağlaşıklıklarının oluşması bu süreçte olacaktır.

Bugün, işbirlikçi oligarşinin ve dış emperyalist güçlerin desteği ile ülkeyi yöneten AKP Rejiminin ber taraf edilmesi ilk aşamada, devrim savaşının nitel ve nicel formasyonunun sağlanması için belirleyici bir olgudur. Anti-kapitalist, anti-faşist ve anti-emperyalist savaşımın sonucu gelişimi sonucu belirleyecektir.

İşbirlikçi oligarşi ve emperyalist merkezlerin AKP’den vaz geçememelerinin birden fazla nedeni olmasıyla beraber, en önemli nedenin AKP’nin örgütlülüğü, çalışma yöntemi ve niceliksel gücü olduğu söylenebilir. Yerine koyacakları bir alternatif yaratamadılar. Bir kaç kez deneme girişimleri olmasına rağmen istedikleri sonucu alamadılar. Abdüllatif Şener ve Mustafa Sarıgül bu konuda iki örnektir.

AKP’yi onlar açısından bu denli “vazgeçilmez” kılanın ne olduğunu irdelemek gerekir. AKP, Erdoğan liderliğinde bugüne dek hiç bir burjuva partisinin yaratamadığı kitle tabanını elde etti. CHP, DP, AP, ANAP ile karşılaştırıldığında farklılıklar olduğu görülecektir. Erdoğan henüz Refah Partisi döneminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, İstanbul’u bir laboratuvar olarak kullanarak deneylerini uygulamaya başlamıştır. İnanç olgusunun ana ideolojik malzeme olarak ele alınması ve öncelikle kent yoksulları arasında örgütlenerek, onların devlet ve belediye olanaklarını kullanarak sorunlarını ele alarak, “hizmet” götürürken bunu çok sıkı bir parti örgütlenme çalışması ile bağlı kılarak ve bu örgütlenmeyi kalıcılaştırarak işçi, emekçi ve yoksullar arasında taban yarattı. Aynı süreçte, tekelci burjuvazinin temsilcileri ile bu “hizmetleri” daha da geliştirmek için dirsek teması kurdu. Bu ilişkiyi ANAP, DYP ve MHP’den devşirdiği, söz konusu burjuva kesimlere yakın kadrolar vasıtasıyla gerçekleştirdi. Sandık çalışmasını salt seçim döneminde değil, sürekli kıldı. Mahalle ve sokaklar temelinde sandık komiteleri kurdu. İşçilere, Kürt halkına, sorunları temelinde yaklaştı. İnanç faktörünü öne çıkararak sermaye ile olan sıkı bağını gizledi. Belediye vasıtasıyla maddi-manevi yardımlar ve yeni yöntemler geliştirdi. Her yeni doğan bebeğin evine, her vefat eden ferdin evine, her evlenen çiftin evine ıslak imzalı taziye veya tebrik kartlarını görevli memurlar vasıtasıyla elden gönderdi. Temsil ettiği sınıfın söylemlerini kullanmadan, yığınların sorunlarına değinen söylemler geliştirdi. Sermayeye tavır almadı ancak inanç temelinde geliştirdiği söylem ile o izlenimi yarattı. Bu çalışma tarzı onu nicel olarak güçlendirdi. Bütün bu faaliyetleri de bizzat planlayıp, yürütüp, günlük olarak takip ve kontrol etmesi de onu diğer burjuva parti yöneticilerinden ayıran özellik oldu.

Bu İstanbul deneyini AKP’nin kuruluşu ile geliştirdi, ülke çapına yaydı ve önce AKP’yi sonra kendisini Başbakanlığa taşıyan yolu döşedi. AKP ile daha farklı alanlardaki çalışmaları da geliştirdi. Hak-İş vasıtasıyla işçi sınıfının, Memur-Sen vasıtasıyla memurların sendikal örgütlenmesine girişti. Hak-İş yıllardır var olan bir konfederasyondu, ancak onun tarzını değiştirdi ve takipçisi oldu. Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu’yu Çalışma Bakanı yaptı. İktidarının ilk iki döneminde bakanlarının ezici çoğunluğu İstanbul Belediyesindeki daire başkanları ve müdürleriydi. Belediye Zabıta Müdürü İç İşleri Bakanı olduğu gibi birçok bakan ve başbakanlık bürokratı İstanbul Belediyesi bünyesinden gelen kadrolardı. Gümrük ve Ticaret Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Maliye Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı bu alanda sadece birkaç örnektir.

AKP hükümeti ile ülkenin kaynaklarını politik hedeflerine uyumlu olarak devreye soktu. Sağlık, Ulaşım, Kara, Hava ve Demiryolu alanlarında gerçekleştirdiği icraatlar her zaman kendi ve çevresinin sermaye gücünü artırıcı uygulamalar oldu. Yoksulların evlerine bugün ortalama 3-4 devlet yardımı giriyor. Yoksulluk, sakatlık, yaşlılık, yetim, dul, çocuk, öğrenci, bakıcı v.s. gibi maaşlar, bunun haricinde düzenli yiyecek ve yakacak yardımları, beyaz eşyaya kadar varan yardımlar, yoksulların maddi durumlarını yükseltti. Tüm bu uygulamalar kendisine oy olarak geri döndü. Kullandığı devletin kaynakları idi, ancak diğerlerinden farklı olarak bu kaynakların kullanımını, halka yakın bir söylemle, hatta halka inerek gerçekleştirdi. Yoksullar, Erdoğan’ı kendilerinden biri olarak algıladılar. Yaratılmak istenen algı da buydu.

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bu uygulamaları daha da geliştirdi. Elinde topladığı olanaklar ve biriktirdiği güç, fiili başkanlık sistemi uygulaması ile birleşince ortaya daha gelişkin bir tablo çıktı.

AKP dışında, AKP’nin sandık örgütlenmeleri dışında yeni örgütlenme araçları yarattı. Öğretmenler, İmamlar ve cami hocaları ile muhtarlar, sivil örgütlenmenin yeni ilave unsurları oldular. Ülkenin her il ve ilçesinde bu üç kanal vasıtasıyla AKP’ye ve Hükümete paralel örgütlenme ve yönetim araçları yarattı. Bu unsurları öncelikle istihbarat anlamında değerlendirdi. Her bir imam, öğretmen ve muhtardan görev alanına ve çevresine ilişkin yüzlerce soruluk formların yanıtlarını aldı. Bu bilgileri iç istihbarat görevi gören Kamu Güvenliği Müsteşarlığı ve MİT ile paylaştı. Saray’da danışmanlar vasıtasıyla bir gölge kabine kurdu.

Tabii ki, başka iç ve dış etkenler, olgular da var. Bizim bu olguları seçip sıralamamızın nedeni, sadece hafıza tazelememiz için veya bildiğimiz konuları tekrar etmemiz için değildir. Burada amaç, kime karşı ve hangi yöntemlerle örgütlenen bir düşmana karşı savaştığımızı irdelemektir. Düşmanını tanımazsan ona karşı savaşamazsın. Onun, diğer benzerlerinden farklarını tespit edip gözetmezsen, yanlış savaşırsın. Bunun da sonucundan başarı çıkmaz. Demek ki, bizim de savaşımımızı karşımızdaki düşmanın özelliklerine göre geliştirmemiz, taktiklerimizi, örgütlenme ve propaganda yöntemlerimizi ona göre belirlememiz gerekiyor. Dikkat edecek olursak, Erdoğan ve AKP’nin uyguladığı tüm yol ve yöntemler, işçi sınıfı, emekçiler ve yoksul halkları örgütlemeye, onların desteğine almaya yönelik. Yani, bizim doğal tabanımıza yöneliyor ve kendileri açısından sonuç da alıyor. Bu sebepten dolayıdır ki, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalist merkezler onlardan vaz geçemiyor, çünkü yerine bir şey koyamıyor. Fakat işbirlikçi tekelci burjuvazinin bu kendi sorunu bizi bağlamıyor. Bizim açımızdan yanıtlanması gereken en önemli soru, bizim bu olguya ve uyguladığı yöntemlere karşı nasıl savaşacağımız, işçi sınıfının, emekçi yığınların, ve yoksul halkların çoğunluğunun yönünü iktidara karşı mücadeleye nasıl yönelteceğimizdir. Erdoğan, komünist örgütlenme yöntemlerini, içeriğini inanç sömürüsü ve milliyetçilik ile doldurarak kendileri açısından uyguluyor. Buna karşı biz ne yapacağız, nasıl örgütleneceğiz, işçi, emekçi ve yoksul yığınlara hangi içerikler ile gideceğiz? Nasıl gideceğiz? Devletin sahip olduğu maddi olanaklara sahip olmadığımıza göre, dayanışma, kooperatifleşme ve komünal yönetim olgularını kullanarak ne yapabiliriz? Bu yığınlar nasıl bilinçlenecek ve kendi sorunları temelinde savaşıma girecek? Bu soruları her TKP’li düşünmeli ve kendi yerel deneylerinden yola çıkarak tartışmaya katılmalıdır. Partinin örgüt ve ideolojik faaliyetleri bu alanlarda geliştirilecektir. Her yoldaşın ve parti örgütünün bu sorulara bir yanıtı ve önerileri olmalıdır. Parti politikasının kollektif gelişimi ancak böyle gerçekleşir.

Bir dahaki sayıda, yaşadığımız deneyler, örnekler, gelen öneriler ve raporlar temelinde yazımıza devam edeceğiz. Parti politikalarının geliştirilmesine doğrudan katılım ve demokratik merkeziyetçiliğin örnek uygulaması için her birimize belirleyici görevler düşüyor. O halde görev başına.