29 Ekim, 10 Kasım yıl dönümlerinde kimi “sol”cular da koroya katılır Mustafa Kemal hakkında övgü dolu sözlerini sıralarlardı. Kimileri erzaktaki malzemeyi tüketmiş olmalı ki, bugüne dek saçmaladıkları yetmiyormuş gibi yeni uydurma görüşler geliştirmeye başlamışlar. Bu yıl bu modellerin başını çeken devletten icazetli ve destekli resmi “T.K.P.”’nin sözcüsü K. Okuyan oldu. Bakınız neler üretmiş…
“Mustafa Kemal olmasaydı… Cumhuriyet o yıllarda ilan edilemezdi. Cumhuriyet fikrini Mustafa Kemal icat etmemişti, Anadolu’da çok farklı noktalarda Cumhuriyet arzusunu dillendirenler vardı. Ama öne çıkan kadrolardan kimse 1923’te, öyle fazla tartışmaya gerek bırakmadan bu tarihsel adımı atmayı aklının ucundan geçiremezdi.
Mustafa Kemal olmasaydı…
Tarihe böyle yaklaşmak çoğu kez yanıltıcıdır, biliyorum ama her 10 Kasım’da sola bulaşık liberalizmin “Mustafa Kemal’e saygı duymak komünistlere mi kaldı” vıdı vıdısından bıktığım için bunları yazıyorum.
Mustafa Kemal olmasaydı, işler karışırdı, tahmin edilemeyecek kadar karışırdı.
Siyasette, toplumsal süreçlerde boşluk her zaman doldurulur. Mustafa Kemal olmasaydı, o boşluğu devrim cephesinde doldurabilecek başka güç olduğu çok tartışmalıdır. 1920’de partimiz Türkiye Komünist Fırkası bu etkiye ve olanaklara sahip değildi. Yerel direniş odaklarının, Çerkes kardeşlerin, Ankara’da Meclis’in solcularının omuzları da bu tarihsel sorumluluğu kaldıramazdı.”
Bu birkaç paragraf saçmalığa verilecek çok yanıt var. İçeriği uzun bir yazı konusu. Bu görevi program tartışmaları içinde yürütülecek tartışmalara bırakarak sorumluluğumuz gereği bir kaç paragraf ile bu saçmalıklar konusunda görüşlerimizi belirtelim.
Birincisi; Biz Mustafa Kemal’i tarihteki doğru yerine koyuyoruz. Ancak Sayın Okuyan gibi Osmanlı İmparatorluğu sonrası dönemi 29 Ekim 1923’den başlatmıyoruz. Burjuva demokratik nitelikteki ilk adım (ki bu devrim değildir) 23 Nisan 1920’de Birinci Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşudur. Birinci Meclis bir anlamda Osmanlı iktidarına son verme sürecinde önemli bir köşe taşı olan geçici bir hükümet niteliğindedir. Birinci Meclis 1921 Anayasası’nı yürürlüğe sokmuş ve burjuva demokratik anlamda bir süreci başlatmıştır. Birinci Meclis’te ayrı bir Devlet Başkanı yoktur. Vekiller partilere göre değil, yerellerde halk tarafından doğrudan seçilmiş vekillerdir. Vekillerin Anadolu’nun ve Rumeli’nin siyasal çeşitliliğini yansıtmaktadır ancak toplumsal mozaiğini yansıtmamaktadır. En büyük eksikliği Ermeni, Rum, Süryani ve Musevi vekillere yer verilmemiş olunmasıdır. Ancak tüm toplumu temsil eden vekillerin arasında Komünist vekiller, Yeşil Ordu mensubu İslamcı Enternasyonalist vekiller, Kürt ve Alevi vekiller ittihatçılar ve Sunni Müslüman vekillerin yanında yerlerini almışlardır. Partimizin ilk MK üyelerinden Salih Hacıoğlu Birinci Meclise vekil olarak seçilmiştir. Onun dışında bir kaç partili vekil daha mevcuttur. Komünistler, İslamcı Enternasyonalistler ve Yeşil Ordu vekilleri ile Birinci Meclis’te ortak hareket ediyorlardı. Bu bileşim hatırı sayılır bir güç oluşturuyordu.
İkincisi; Birinci Meclis’in yaptığı Anayasa, illerde Halk Şuralarının yönetimini ön görüyordu. Vilayet Şuraları vekiller gibi halk tarafından seçiliyordu. Onun altında Kaza ve Nahiye Şuraları mevcuttu. Hükümeti, yani bakanları mecliste vekiller kendileri seçiyorlardı. Devlet Başkanı yoktu. Meclis Başkanı aynı zamanda devleti ve hükümeti temsil ediyordu. Meclis Başkanı’nın ülkedeki tüm Şura’ların tabandan tepeye kademeli olarak seçimiyle görevlendirilmesi söz konusuydu. Devletin adı Türk Devleti değil Türkiye Devleti idi. Ülkedeki ulus ve ulusal azınlıkları kapsayan bir Türkiyelilik kavramı üzerine oturuyordu.
Kısacası Birinci Meclis, Burjuvazi, küçük burjuvazi, proletarya ve köylülüğün temsilinin mümkün olduğu, siyasal anlamda da milliyetçiler, muhafazakarlar ve komünistlerin yer aldığı bir Meclis idi ve yaptıkları anayasanın niteliği de bu bileşimi ifade eden burjuva demokratik bir anayasaydı.
Türkiye Komünist Partisi Nisan 1920’de oluşan bu Meclis’in yapısını, bileşimini ve niteliğini de dikkate alarak 10 Eylül 1920’de kurulmuş ve kurulurken onayladığı programda bu doğrultuda, burjuva demokratik niteliği farklı bir niteliğe, sosyalizme yükseltmeyi hedeflemiştir. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının MK kararıyla Ocak 1921’de Ankara’ya doğru yola çıkmaları bu sebeptendir. Çünkü gerek Anadolu ve Rumeli’de, gerekse de bizzat Birinci Meclis’te taban bulan Sovyetler ve komünist sempatizanı devrimci muhalefet daha düzenli ve örgütlü bir yapıya kavuşmalı, partimiz TKP’nin önderliği sağlanmalıydı. Aynı zamanda burjuvazi ve küçük burjuvazinin Birinci Meclis’teki temsilcileri karşısında işçi sınıfı ve emekçiler adına temsil olacak ve onlara söz söyleyecek, tartışacak bir niteliğe ihtiyaç vardı. Bu gerçek belgelerle doğrulanmıştır. Mustafa Kemal ile olan yazışmaları ve vekiller vasıtasıyla yürütülen görüşmeler de buna ilave kanıtlardır.
Durum böyleyken, Mustafa Kemal olmasaydı Türkiye’de bu gelişmeler olmazdı demek, Birinci Meclis ve Anayasa’yı yok sayarak 1924’de kabul edilen Anayasa’yı savunmak ve 29 Ekim 1923’ü bir zafermiş gibi tarif etmek ve kutlamak komünistlerin hele hele kendilerine komünistim diyenlerin görevi olamaz. Okuyan’ın öve öve bitiremediği 1923 TBMM’si, 1920’de kurulan Birinci Meclis’e karşı gerici, milliyetçi ve diktatoryal bir müdahaledir. Onun için 1923’te Cumhuriyetin ilanı karşı-devrim olarak dahi nitelenebilinir. Cumhuriyet adına bu gerici, burjuva, emperyalizme bağımlı, milliyetçi, tek partili ve baskıcı dönemi başlatabilmek adına partimizin kurucuları başta Parti Başkanı’mız Mustafa Suphi ve Genel Sekreterimiz Ethem Nejat yoldaşlar olmak üzere Mustafa Kemal tarafından katlettirilmişlerdir. Çünkü Mustafa Suphi ve yoldaşları katledilmeselerdi, ardından TKP yasaklanmasaydı, burjuvazi, Mustafa Kemal önderliğinde ülkede Okuyan’ın savunduğunun tam tersine Sovyet İktidarına olan ilgi ile komünistlerin ülke yönetiminde söz sahibi olmalarını engelleyemeyecekti. Ülkede durum Okuyan’ın uydurduğu gibi "tarihsel adım atmayı aklından dahi geçiremeyeceklerin” değil tam tersine o adımı bekleyenlerin ve destekleyenlerin çoğunluğundaydı.
Okuyanın öve öve bitiremediği Mustafa Kemal ve burjuvazinin Cumhuriyeti, tarihi ve sınıf mücadelelerinin gerçeğini ters-yüz etmektir. Okuyan kimlere hizmet etmekte kusur etmediğini bu yazısıyla bir kez daha ortaya koymuştur. Sadece adı TKP olduğu için sınıf mücadelesine inanan ve Sosyalizm için mücadele etmek isteyen birçok kadro, yanıltılarak TC devletinin düşünceleri olan bu düşüncelerin ışığında kurulmuş resmi ve icazetli “T.K.P.”’de yer almaktadır. Onlara bu gerçekler anlatılmalıdır. Okuyan efendi, Mustafa Kemal ve Cumhuriyete methiyeler düzeceğine Mustafa Suphi ve yoldaşlarının neden ve nasıl katledildikleri konusunda görüşlerini ortaya koymalıdır.