28 Mayıs 2023’te gerçekleştirilen ikinci tur Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonucunda Recep Tayyip Erdoğan az bir farkla, yüzde 52,18 oranında oy alarak tekrar Cumhurbaşkanı olurken, Kemal Kılıçdaroğlu ise dört puan gerisinde kalarak, yüzde 47,18 ile bu seçimleri kaybetmiş oldu. Bu sonuçların “resmi” yanıdır.
Özünde seçimlerin gerçek sonuçları belli değildir. Birinci turda yapılan seçim hileleri ve manipülasyonlar sonucunda sonuçların değiştirildiği kuvvetle muhtemeldir. Seçimlerin tartışılmayan asıl özelliği, kendisinin gayrimeşru oluşudur. Tayyip Erdoğan’ın kendi Anayasaları doğrultusunda üçüncü kez aday olma hakkı yoktur. Düzen muhalefeti bu konuda hiçbir çalışma yapmadığı gibi, demokratik muhalefetin de bu ihlali gündem haline getirip kampanya konusu yapmamış olması sorgulanması gereken bir olgudur. Tüm muhalefetin öncelikle bu konuda ortak bir çalışma yürütmesi gerekirdi.
Cumhur İttifakı seçim kampanyasını devletin tüm olanaklarını kullanarak yürütmüştür. Kampanya sürecinde Cumhur ve Millet İttifakları iki ana blok olarak yarışırken, Cumhur İttifakı’nın seçim propagandası kendileri ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin yarışı olarak şekillenmiştir. Başta Erdoğan ve Bahçeli olmak üzere tüm Cumhur İttifakı kurmayları Kürt Özgürlük Hareketi’ni siyasi rakip olarak ele alarak seçim kampanyası yürütmüşlerdir.
Emek ve Özgürlük Güçleri bu seçimlerde Millet İttifakına ve onun Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na destek verirken AKP-MHP faşist Saray rejiminin yenilmesi stratejisi izlemişlerdir. Kürt halkının bu seçim politikasına yanıtı bilinçli oy kullanarak Kürt illerinde ezici oy ile Erdoğan’ı ve faşist kliği yenilgiye uğratmak olmuştur. Kürt halkı bu seçimlerde destan yazmıştır. Erdoğan Kürdistan’ı tam olarak kaybetmiştir. Kürt oyları olmasaydı Millet İttifakı’nın ve CB adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy oranı yüzde otuzlarda kalacaktı. Kılıçdaroğlu, CHP’nin kalesi olan illerden daha yüksek oranda oyu Kürt illerinden almıştır. İkinci tur seçimlerde en fazla oy aldığı 21 ilin 14’ü Kürt illeridir.
CHP ve Kılıçdaroğlu seçim sürecinde yanlış politika izledi. Ülkede diktatörlüğe karşı bir potansiyel oluşmuşken Emek ve Özgürlük Güçleri ile demokratikleşmeden yana bir politika izlemek yerine sağa yaslandı ve “merkez sağ” bir politika ile sonuç alabileceğini düşündü. CHP, sağ güçlerle işbirliği yerine emek, demokrasi ve özgürlük güçleri ile ilkeli bir seçim işbirliğine gitseydi en az bu seçimlerde aldığı oy kadar oy alacak ve ülkedeki demokratik potansiyelin ortaya çıkması için somut katkı sağlayacaktı. Bunun yerine faşist İYİP, AKP artığı GP ve DEVA ile başlattığı yürüyüşünü neo-faşist ZP ile taçlandırdı. Kılıçdaroğlu buna rağmen ikinci tur seçimlerde Millet İttifakı tarafından yalnız bırakıldı. İçi karmakarışık olan CHP’de Ergenekoncu kanadın aktivitesi iktidarın değirmenine su akıttı. Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu verili politikaları ile başarılı sonuç alsalardı dahi bu bileşim ülkede demokratikleşme yönünde bir açılım sağlayamayacaktı. Sadece Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığından indirilmesi sağlanabilecek, sonrası ise ekonomik ve siyasi kriz olacaktı. Eğer Kılıçdaroğlu ikinci turda Cumhurbaşkanı seçilebilseydi devlet krizi daha da derinleşecek ve açık çatışmaya dönüşecekti. Böyle olması Emek ve Özgürlük Güçleri açısından demokratik alternatifin güçlendirilmesine olanak sağlayacak bir ortam sunacaktı. Ancak CHP ve Kılıçdaroğlu’nun izledikleri yanlış seçim politikası buna dahi olanak tanımadı.
Seçimlerden sonra açık olarak ortaya çıkan durum şudur: Uluslararası emperyalist güçler, finans merkezleri ve dolayısıyla onların işbirlikçisi devlet ve Türk tekelci sermayesi bir dönem daha Erdoğan ile devam kararı almışlardır. Devletin Millet İttifakına müdahalesi de dahil tüm emareler bu seçim sürecinin doğrudan devlet güçlerinin kurguları ve yönlendirmesi ile geliştiğini ortaya koymaktadır. CHP içindeki bir kesim hariç, CHP’nin içindeki diğer kanatlar dahil, Millet İttifakının tüm bileşenleri bu stratejinin parçası olmuşlardır.
HÜDA-PAR’ın Cumhur İttifakı ile işbirliği ve listeleri üzerinden Meclis’e taşınması, Sinan Oğan ve Muharrem İnce’nin adaylıkları, birinci turdan sonra Sinan Oğan’ın Cumhur İttifakı, Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ’ın ise Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’na destek vermesi, Özdağ’ın adının İçişleri Bakanlığı için lanse edilmesi… Tüm bu gelişmeler devletin kurguları idi. Adı geçen örgüt ve kişiler doğrudan MİT ve kontr-gerilla bağlantılıdırlar. Daha önce İYİP’i Meclise taşıyan CHP ise bu seçimlerde GP ve DEVA partilerini tabanlarıyla orantısız vekil sayıları ile Meclis’e taşımıştır. Bu gelişmelerin hiçbiri parti siyaseti açısından normal gelişmeler değildir. Üçüncü bir gücün müdahalesinin kanıtıdır. Bu güç de uluslararası emperyalist merkezler ve TC devletidir.
Seçimlerden sonra ülkenin ekonomik ve politik sorunlarının çözümü konusunda burjuva anlamda dahi üretilecek çözüm sadece kapitalizmin doğası gereği sorunların ertelenmesi biçiminde olacaktır. Yaratılacak ek kaynaklar ve borçlanmalar ile krizin ekonomik yanı aşılmaya çalışılacak ve krizin asıl faturası işçi, emekli, işsiz ve emeklilerin sırtına yüklenecektir. İşçi sınıfı daha büyük boyutta sorunlar ile karşı karşıya kalacak, “kemerleri sıkma” politikaları adı altında sömürü ve yoksullaşma artacaktır. İstikrarsızlık ve kriz ortamında debelenen iktidar baskı, terör ve sansürü daha da artıracaktır. Diğer yandan Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı keskinleştireceği seçim sürecinde kullandığı dilden ve girdiği ittifaklardan anlaşılmaktadır. Legal Kürt siyasetine, Kürt halkının ulusal haklarını savunan Türkiye sosyalistlerine ve demokratlarına karşı baskı ve saldırılarında daha azgın bir saldırı politikası beklenmelidir. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı sınır ötesi operasyonlarda beklediği başarıyı elde edemeyen devlet son yıllarda kimyasal silah kullanımı ve dağı taşı bombalamak dahil uluslararası hukuku yok sayan eylemlerde bulunmuştur. Bu pratiğin devam etmesi beklenmektedir. Rojava Kürdistan’ı TC devleti açısından savaşın diğer bir merkezini oluşturmaktadır. Bu konuda istediği uluslararası desteği alabilirse saldırılarını artıracağı hesap edilmelidir. Amaçları Rojava’da Kürt halkının elde ettiği tüm kazanımları yok etmektir. Kürt halkına karşı yürütülen mücadele bizzat Kürt halkının varlığını hedef alırken, aynı zamanda ülkenin yaşadığı derin ekonomik ve politik krizin dikkatini farklı yönlere çevirmek ve ülkede milliyetçi duyguları körüklemek için kullanılmaktadır. Bu yöntemle tabanını diri tutmaya çalışmaktadır. Seçim sürecinde bu yöntemi nasıl kullandıklarını gördük.
TC devleti içinde bulunduğu krizi örtbas etmek ve bölgesel imtiyaz alanlarını genişletmek için komşularla iyi ilişkiler kurmak yerine çatışmayı ve çelişkileri körükleyen bir dış politika izleyecektir. TSK’nın da yapılanmasında girişilen değişiklikler çatışma politikalarının işaretlerini vermektedir. Seçim sürecindeki propagandaları bu politikanın da hazırlıklarını içinde barındırmaktaydı.
Emek ve Özgürlük İttifakı birinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adayını çıkarmayarak en büyük yanlışı yapmıştır. EÖİ adayı sayesinde ülke düzeyinde emek, demokrasi, barış ve özgürlük temelinde yaygın ve yoğun bir seçim çalışması yürütülmesi, düzen içi restorasyon dışında demokratik dönüşüm isteyen güçlerin iradesini ortaya koyacak ve ülkede sınıf mücadelesinin gelişimine katkı sunacaktı. Böyle bir seçim politikası izlenseydi ikinci tura kalan Kılıçdaroğlu bu kadar sağa yönelemeyecekti. İkinci turda Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi bir dizi ilkeye bağlanabilecekti.
Milletvekilliği seçimlerinde CHP’nin kendi sağıyla ittifak kurması yerine EÖİ ile ittifak kurması seçim sonuçlarında Millet İttifakı’nın aldığı oylardan çok fazla bir fark göstermeyecekti. Oy oranının ötesinde ülkede devrimci demokratik dönüşümden yana güçlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktı. Bu konuyu ilgilendiren verilerin ve toplumun nabzının tüm emek, demokrasi, barış ve özgürlük güçleri tarafından incelenmesinde ve politik sonuçlar çıkarılmasında yarar görüyoruz. EÖİ’nın ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi bir açıklama dahi yapmamış olması ayrıca değerlendirilmelidir.
Emek ve Özgürlük İttifakı bir Cephe niteliğinde örgütlenmeli ve EÖİ bir seçim ittifakı olarak, bileşen güçlerinin tek bir seçim partisi öncülüğünde kol kola seçimlere tek liste ile girmeliydi. Seçimlere iki ayrı liste ile girilmesinin tartışması bugün açısından geçtir. Vekil aritmetiği dışında güçlü ve tek bir listenin ve de ortak yürütülecek bir seçim kampanyasının kazandıracakları vekil sayıları hesaplamalarıyla karşılaştırılamaz. Emek ve Özgürlük Cephesi kendi Meclisleri ile toplumsal yaşamın tüm alanlarında örgütlenmeli ve bu çalışma sadece seçim dönemleri ile sınırlandırılmamalıdır. Emek ve Özgürlük İttifakı bir Cephe niteliğinde bu ülkede iktidara devrimci bir alternatif olarak ortaya çıkmalı ve yarın bu ülkeyi yönetecek organ sorumluluğunu taşımalıdır. Konu bu şekilde ele alındığında liste tartışmalarının bir anlamının kalmadığı anlaşılacaktır. Türkiye Komünist Partisi bu konuyu böyle değerlendirmektedir ve tüm Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin bu sorumlulukla davranacağına inanmaktadır. TKP tüm olanakları ile bu yapılanmanın gerçekleşmesi için çalışacaktır.
Bizleri zorlu mücadele günleri beklemektedir. Sınıf savaşımı toplumsal mücadelenin gelişiminde önem kazanacak, toplumun diğer sorunları için mücadeleden ayrı olmayacaktır. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile tüm uluslardan işçilerin sınıf mücadelesi nasıl birleşik bir mücadele niteliği ortaya koyuyorsa, kadınları, gençlerin, emeklilerin, köylülerin, barışseverlerin ve çevre dostlarının mücadeleleri de sınıf mücadelesi ile buluşacak ve güçlü bir birleşik mücadelenin gövdesini oluşturacaktır. Türkiye ve Kürdistan’ın sorunları bir dizi demokratik aşamadan geçerek ancak Sosyalizm ile çözülebilecektir. Görevimiz ülkenin içinde bulunduğu, kapitalizmin ağır ekonomik ve politik kriz koşullarının alternatifini bugünden işçi sınıfının ve tüm ezilen, sömürülen halkların gözünde ortaya koymaktır.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
4 Haziran 2023