Dönemin Politik Analizi Ve Gerekleri

Dönemin Politik Analizi Ve Gerekleri

ATILIM’da yayınlanan farklı yazılarda dönemin niteliksel özellikleri üzerine durulmuştu. Bu yazımızda konuyu biraz daha açmak ve mücadelemiz açısından çıkarmamız gereken sonuçlara bağlamak istiyoruz.

AKP Rejimi 2011 Genel Seçimlerinden sonra kendi içinde kırılmalar yaşamaya başladı. 2013 Gezi Direnişi ve akabinde 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk Operasyonları ile çelişki daha fazla gün yüzüne çıktı. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile AKP Rejimi, AKP-Saray Rejimine evrildi. Bu dönem aynı zamanda devlet yapısı içerisinde var olan farklı çelişki ve uzlaşmaların yeniden yapılandırılması dönemi oldu. Erdoğan, Fethullahçılara karşı Ergenekoncularla uzlaştı ve bu uzlaşma sonucunda yerini koruyabildi.

Erdoğan’ın Ergenekoncular ile uzlaşması aynı zamanda siyasi anlamda farklı yaklaşımları da beraberinde getirdi. Sonuçta AKP salt hükümet ve iktidar olmaktan, devlete ortak olma zeminine ulaştı. 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri AKP-Saray İktidarı için bir yenilgi oldu. Bu yenilgi öncesinde gelişmenin bu yöne evrileceğini tespit eden Erdoğan, Ergenekonculara daha fazla sarıldı ve baskıcı, diktatoryal bir yönetim biçimini tercih etti. 1 Kasım 2015’de yenilenen Genel Seçimler halk iradesinin egemen güçler için hiç bir değer ifade etmediğinin belgesi oldu. Terör ve baskı politikaları ile halk sindirildi, “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” stratejisi ile 1 Kasım 2015 seçimlerinde kendileri açısından görece bir “toparlanma” sağladılar. Ancak tüm bu stratejilerine rağmen HDP’nin yüzde 10 barajının altına itilmesini başaramamaları, onların diktatörlüğü kurumsallaştırma kararını hızlandırdı.

İşçi sınıfı ve emekçi halkların sosyal kazanımlarını geriletme politikaları ile Kürt halkını sindirme ve imha etme politikaları at başı yürütüldü. Özellikle Kürt halkından HDP’ye tüm baskılara karşın verilen oy desteğinin intikamı alınmak istendi. Yerleşim bölgeleri yerle bir edildi, sivil halk, bebeği, çocuğu, kadını ve yaşlısıyla suikast timleri tarafından katledildi. Amaç yıldırmak ve pes ettirmek idi.

Partimiz barış sürecini “sözde” olarak nitelerken bir gerçeğin altını çiziyordu. AKP rejimi samimi değil, eğer bu sürecin sonucunda PKK’nin tasfiyesi hedefine ulaşamayacağını ve Kürt halkının desteğini alamayacağını gördüğü anda bu süreci bitirecektir dedik. Böyle de oldu.

AKP-Saray İktidarı Türk-İslam politikalarını milliyetçilik vurgusunu daha da artırarak ve dinsel gericilik anlamında sosyal-kültürel yaşamda uygulamaları derinleştirerek ayakta kalmaya çalışırken “milli birlik ruhu” yaratmak amacıyla dikkatleri ülke dışına çevirmeye yöneldi. Suriye ve Irak politikalarında maceracı, gerçekdışı hedefler koyarak kitle desteğini artırmaya çalıştı.

Tüm bu uygulamalar başarısız girişimler olarak gelişti. AKP-Saray İktidarının TC Devletinin politikaları haline gelen dış politikası yenilgiye uğradı. İç politikada AKP’nin içindeki kazan kaynamaya devam etti. Ülke siyaseti tehdit temelli açıklamalar ile yönetilmeye çalışıldı, Başbakan ve Bakanlar dahil sürekli kadrolar değiştirildi ancak ne siyasal ne de ekonomik bir düzelme sağlanamadı. Siyasal istikrarsızlık ekonomik istikrarsızlığı geliştirdi. Bunların tümü dikkatleri dış müdahalelere çekerek üstü örtülecek hale gelemeyince ve kendi içlerindeki çelişkiler daha da keskinleşince ortaya 15 Temmuz 2016 Darbe girişimi ve karşı darbe olarak AKP-Saray darbesi gerçekleştirildi.

15 Temmuz AKP-Saray Darbesi, 2013 Haziran Direnişinden sonra gelişen sürecin kontrol altına alınması ve devlete müdahale edilmesinin adıdır. TC Devleti ile AKP-Saray diktatörlüğü bu darbe ile bütünleşmiştir ve yönetim biçimi olarak faşist yöntem ve uygulamalar devreye sokulmuştur. OHAL çerçevesinde parlamento iradesi tamamen dışlanarak KHK’lar, Cumhurbaşkanı talimat ve emirleri ile ülkenin yönetilmesi burjuva demokrasisinin son kırıntılarının da ortadan kaldırılmasını belgelemektedir. Türkiye 15 Temmuz ile niteliksel olarak faşist diktatörlük sürecine girmiştir. İşbirlikçi oligarşi bu yönetim tarzını seçmiş ve sermaye çevrelerinin desteği ile uygulamaya sokmuştur. Sermaye “istikrar” arar. Bu “istikrar” faşist bir diktatörlük vasıtasıyla tesis olunacak ise buna itiraz etmez, tam tersine oldurulması için tam destek verir. Bu devlet burjuvazinin devletidir.

Bulgar komünisti, Komünist Hareket’in uluslararası liderlerinden Georgi Dimitrov’un Komintern’in 1937’deki XII. Kongresinde onaylanan tanımına göre; “Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür.” İktidarın böyle bir niteliğe evrilmesi, karşıt güçlerin bileşimini de genişletir. Komünistler, sosyalistler, devrimciler, yurtseverler, demokratlar (ki buna liberal demokratlar, anti-kapitalist devrimci Müslümanlar, Kürt devrimci-demokratları, devrimci-demokrat Kemalistler de dahildir) faşizme karşı mücadele içinde asgari müştereklerde biraraya gelerek savaşımı yükseltmek durumundadırlar. Kuşkusuz ki, komünistler tüm diğer güçlerden farklı olarak sadece iktidara karşı değil, burjuvazinin devletinin yıkılması ve sosyalizmin kurulması için mücadele ederler. Ancak, bu devrimci süreci tarif ederken, faşist diktatörlüğü yıkmak ve işçi sınıfının iktidar mücadelesini yükseltmek için amaçları ilk aşamada sosyalizm olmayan anti-faşist güçlerle de ittifak kurarlar. Bugün Türkiye’deki siyasal mücadelenin gereği de buna uygun düşmektedir.

Arabayı atın önüne koşmamak, bütün bu görevlerin başarıyla yerine getirilmesi için işçi sınıfının politik örgütü olan Türkiye Komünist Partisi’ne ciddi rol düşüyor. Marksist-Leninist ilkeler ışığında, komünist strateji ve taktikleri ustaca yaşama geçirebilen, her türlü mücadele biçimine göre yapılandırılmış olan, bir yandan Leninci bir kadro partisi, ancak diğer yandan işçi sınıfı, emekçi halklar ve ezilen, sömürülenlerin en geniş kesimlerini kucaklayıp mücadele içinde yönlendirebilecek yığınsal etkisi olan güçlü bir TKP. Bu özelliklerin sürekli gelişip mükemmelleşmesi ise kağıt üzerinde planlar yapmakla değil sıcak mücadeleler içinde mümkündür. Karşılıklı bir etkileşim içinde yığınların içinde ve önünde, bağlaşıklar ile sıcak savaşımda omuz omuza olmak hem partiyi nitel ve nicel olarak geliştirip güçlendirecek, ama aynı zamanda bağlaşıkların çapını genişletecek ve faşist iktidara karşı mücadelelerini yönlendirip, öncü rolünü yerine getirecek.

Türkiye toplumunun sınıf mücadelesinde dikkate alınması gereken güncel dört özellik mevcuttur. Bir; sınıfsal baskının ötesinde ulusal hakları gaspedilmiş olan Kürt halkının varlığı, direniş geleneği ve özgürlük mücadelesinin geldiği aşamayı dikkate almak, sahip çıkmak ve aktif desteklemek. İki; Türkiye halklarının üçte birine yakınını oluşturan Alevi toplumunun demokratik ve kültürel istemlerinin devrimcileşmesini desteklemek, Alevi toplumunun burjuva partilerine olan desteğini farklı alana yönlendirmek. Üç; burjuvazinin politik olarak bilinçli şekilde din unsurunu kullanmasıyla, geri kalmış ve gerici eğitim sistemi vasıtasıyla oluşturulmuş olan muhafazakar kitle ve bu kitlenin emekçi niteliğine karşın din unsuru vasıtasıyla burjuva partilerini desteklemesini engellemek. Dört; aynı şekilde, milliyetçi ve şoven ögelerin burjuva partileri tarafından kullanılması yoluyla, halklar arası dostluk ve kardeşlik duyguları yerine “üstün ırk” temelinde düşmanlıkları körüklemesinin önüne geçmek. Bu dört özellik dikkate alınmadan ve sınıf mücadelesi mecrasına akıtılmadan yürütülecek hiç bir mücadele geniş yığınların temsilini sağlayacak bir direniş hareketine dönüşmez. Bu uyumu sağlamak ve olguları gözardı etmeden yaşama geçirmek TKP’nin asli güncel görevleri arasındadır.

İşçi sınıfı ve emekçi halklar içinde kök salmaktan söz ediyorsak, bugün sınıfın geniş kesimlerinin din ve milliyetçi şovenizmin etkisi altında olduğu gerçeğini görmemiz, ona uygun örgütlenme modelleri geliştirmemiz gerekmekte ve Türk halkı ile diğer Türkiyeli halkların mücadelesinin Kürt halkının mücadelesi ile birleşmeden başarılı olamayacağını sadece sözde değil pratik eylem içinde de yaşama geçirmeliyiz. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile tüm Türkiye halklarının barış, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi arasında diyalektik bir bağ mevcuttur.

Bu nedenden dolayı işçi sınıfı adına politik bağlaşıklık tarifi dışında, Kürt halkının özgürlük güçlerini, Alevi devrimci-demokratları, anti-kapitalist devrimci Müslümanları ve Türkiyeli ilerici yurtseverleri kapsayacak toplumsal bir bağlaşıklık ve ittifak çizgisi izlenmek zorundadır. Bu gereğin merkezi, bölgesel ve yerel araçlarını yaratmak, işçi sınıfı, emekçi kitleler ve halk güçlerinin meclislerini oluşturmak komünistlerin diğer politik güçler ile birlikte yaşama geçirmeleri gereken güncel görevdir.

Mücadele sürecimiz, aynı zamanda 60’lı yıllarda Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketinin çeşitli divizyonlara ayrışması ile sonuçlanan ve bugün halen sonuçlandırılmamış olan bölünmenin aşılması, birlik, mücadele ve dayanışma kültürünün geliştirilmesi süreci olmalıdır.

Türkiye Komünist Partisi’nin kendi içinde sonlandırdığı likidasyon sürecinin legal siyaset alanında da sonlandırılması ve bu anlamda legal alanda komünistlerin örgütsel birliğinin sağlanması aynı sürecin belirleyici özelliğidir.

Türkiye halklarının kurtuluşu Daha Güçlü TKP, Sosyalist Türkiye belgisinin maddi bir güce dönüşmesi ile mümkün olacaktır.