Daha Güçlü TKP !

Daha Güçlü TKP !

Türkiye egemen sınıfları ateşle oynuyorlar. Son haftalardaki gelişmeler önümüzdeki haftaların ve ayların karanlık olaylara gebe olduğunun işaretlerini veriyor. İktidar içeride ve dışarıda soyutlanmışlığın, izolasyonun, yalnızlığın tepkisel öfkesini yaşıyor. Bu tepki daha büyük çatışmaların habercisidir.

İşçi sınıfı ve yoksul emekçi halkları ellerindeki yasalar ve yönetmeliklerle kontrol altında tuttuklarını zannediyorlar. En ufak bir hak arayışını büyümeden bastırabileceklerini düşünüyorlar. Onun ötesinde işçi sınıfını ve emekçileri yarattıkları sahte “refah” ile idare edebileceklerini planlıyorlar. AKP üyeliğine bağlı olarak sağlanan istihdamlar, mahallelere kadar oluşturdukları kontrol ve baskı mekanizmaları, dağıttıkları “yardımlar”, halkın ezici çoğunluğunun kredi kartı, tüketici, ihtiyaç ve emlak kredileri ile borçlandırılmışlıklarını bir tehdit unsuru olarak kullanmaları gibi yöntemler ile bu devranın böyle sürebileceğini hayal ediyorlar.

Ortadoğu politikalarında baltayı taşa vurdular. Irak ve Suriye için ön gördükleri hedeflere ulaşamadılar. Batı Kürdistan’da, Rojava’da Kürt halkının, diğer halklarla, Türkmenler, Ermeniler, Araplar, Süryaniler, Çerkesler ile uyum içinde kantonal bir yapı kurmalarını içlerine sindiremediler. Her ne pahasına olursa olsun bu gelişmeyi engellemek istediler ama olmadı. İran’da, Irak’ta ve Suriye’de sınır komşumuzun Kürtler olması onları deliye çeviriyor. ABD’den istediklerini elde edemiyorlar. Bu ABD’nin iyiliğinden değil, kendi gizli planlarından kaynaklanıyor. ABD, Rusya Federasyonu ile Türkiye’yi karşı karşıya getirdi, Türkiye’de iktidarda olanlar tezgahlanan oyunun çok sonradan farkına vardılar, Rusya’ya efelik tasladılar, zararlı çıktılar.

Bugün ülkede bir iç savaş var. Ancak bu savaş, karşılıklı olarak başlatılmış bir savaş değil. TC Devletinin Kürt halkına karşı imha savaşı. En ağır kara silahları ile, tanklarla, toplarla, suikast silahları ile saldırıyorlar. Kimyasal bombalar kullanıyorlar. Bunlar yetmiyor, helikopterler ile mahalleleri mitralyöz ateşine tutuyorlar. Tek yapmadıkları kaldı, o da şehir ve mahalleleri jet uçakları ile bombalamak. Böyle giderse onu da yapacaklar. Daha dün Genel Merkezlerinde ziyaret ettikleri HDP yöneticilerini dokunulmazlıklarını kaldırmak ile tehdit ediyorlar. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik suikast planları ve girişimlerinde bulunuyorlar. Kürdistan il ve ilçelerinde halkın oylarıyla seçilmiş DBP’li Belediye Başkanlarını görevden alıyorlar, o da yetmiyor, tutukluyorlar. 3-4 sene diyalog sürdürdükleri ve müzakere başlangıcına kadar ilerledikleri Abdullah Öcalan’ı yaklaşık bir yıldır tecritte tutuyorlar, kendisiyle kendileri dışında kimseyi görüştürmüyorlar. Suriye’de onbinlerce, Ege ve Akdeniz’in sularında bebekler dahil binlerce göçmen, Kürdistan’da yüzlerce sivil, gerilla ve asker, Türkiye’nin bütününde yüzlerce devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever, sosyalist, komünist,  AKP İktidarı’nın yanlış politikaları yüzünden can verdi, veriyor.

Bütün bu olan bitenler 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin yaşadığı yenilgi ile başlatıldı. Ancak, egemen sınıflar AKP’nin bu yenilgiyi alacağını biliyorlardı. Bu onlar için bir sürpriz olmadı ama bahane oldu. Ve bu böyle de planlanmıştı. Bu saldırı, baskı ve terör politikalarının kararı 7 Haziran seçimlerinden çok önce verilmişti. 17-25 Aralık 2014 yolsuzluk soruşturmaları ile başta Erdoğan ve kimi bakanlar ile ilgili kamuoyuna yansıyan suçlar aslında daha geniş AKP çevrelerini ve destekçisi egemen sınıfların temsilcilerini kapsayacak nitelikteydi. Konumu ve özgürlüğü büyük bir sorunla karşı karşıya kalan Erdoğan ve avaneleri bu çıkmazın içinden çıkabilmek için TSK, Ergenekon, Kontr-Gerilla ve sermayenin tüm suç örgütleri ile uzlaştı. Onlara biat etti. Bu şekilde kendini kurtaracağını düşündü. Erdoğan, TSK’ya rağmen, devlete rağmen iktidar olunamayacağını anladı. O aşamada Devlet ve TSK’nın çıkar ve politikaları ile uyumlu davranmaya başladı.  Başta kendisi ve ailesi olmak üzere, tüm avaneleri ile suçlardan bu yolla kurtulacağını zannetti. Onlar da kendisini vitrinde kullanmaya başladılar. Ne zamana kadar kullanacakları bugünden söylenemez, ama aralarında nitelik ve içerik bakımından bir uyum olmadığı ve bu kirli işbirliğinin bir gün sonuçlanacağı kesin.

Kısacası işçi sınıfının, yoksul emekçi halkların, Türk, Kürt ve diğer uluslara mensup halkların karşısında ciddi bir tehlike var. Faşist bir diktatörlüğün kurumsallaştırılması artık bir varsayımın  ötesinde somut tehlike arzediyor. Faşizan yöntemlerin bugün bu denli günlük hayatta kullanılmaya başlanması bu sürecin hızlanarak gerçekleşeceğinin işaretidir. Bu süreç Erdoğan’ın da sonu olacak. Fakat kendisi bunun farkında değil veya başka çaresi yok.

Bizler açısından temel olan, sadece Erdoğan’a, AKP’ye karşı değil, işbirlikçi oligarşik iktidara karşı mücadelenin nasıl yürütüleceğidir. Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun gitmesi, onların yerine İlker Başbuğ veya Çevik Bir niteliğinde figürler gelmesi bizler açısından hiç bir değişiklik getirmiyor. Veya Erdoğan ve avanelerinin yerine Gül ve avanelerinin gelmesi gibi… Bunların tümü, egemen sınıfların temsilcileri olarak, işçi sınıfına, yoksul emekçi halklara karşı “tekçi” anlayışla ülkeyi yönetmeye aday olan figüranlardır. Onların “tek”lerinde saymadıkları “tekleri” de eklersek; “Tek Sınıf, Tek Bayrak, Tek Mezhep, Tek Millet”… Onların “Tek Devlet” olarak nitelendirdikleri “Tek Sınıf İktidarı” ‘dır. Bu da herşeyi anlatıyor. Onlar figürandırlar, çünkü Türkiye’deki egemen sınıflar ABD işbirlikçisidir.

Kuşkusuz ki, etkin politika yapmayı amaçlayan karşıt bir güç, yani devrimci güçler, burjuvazinin kendi içindeki çelişkilerden yararlanmak ve aralarındaki çatlakları derinleştirmek zorundadırlar. Bu esnekliği gösteremeyen hiç bir güç bugüne dek politika sahnesinde başarılı olamamıştır. Ancak bu ilkeleri elden bırakmayı ve amaçlardan taviz vermek anlamına gelmemelidir. Söz konusu olan, ülkedeki bu tartışmalar ve hareketlilik içinde işçi sınıfının ve yoksul emekçi kitlelerin sınıf bilincini geliştirecek politikalar, mücadeleler üretmektir. Değilse işçi sınıfı ve emekçiler kitlesi de burjuvazinin kendi aralarındaki çatışma ve çelişkilerin bir tarafında yer alıyor. Halbuki devrimci sınıf hareketi de politikaya müdahil olacak yöntemler geliştirirse bu işçi ve emekçilerin önemli bir kısmı şu anda içinde bulunduğu durumu aşacaktır. Unutmayalım ki AKP, CHP ve hatta MHP gibi bilumum burjuva partilerinin peşinden sürüklenen kitlelerin ezici çoğunluğu işçi ve emekçilerdir. İşçi sınıfının devrimci güçleri bugünden politikaya müdahil olmak zorundadır.

Bu duruma son vermek, gidişatı tersine çevirmek, ancak ve ancak devrimci güçlerin mücadelesi ile mümkündür. Komünistler, sosyalist devrim ile burjuvazinin egemenliğine son verilip işçi sınıfının iktidarının kurulması ile sadece işçi sınıfının ve yoksul emekçi halkların değil, tüm halk yığınlarının sorunlarının çözümünün başlangıcı olduğunun bilincindedirler. Fakat, belirleyici olan sadece bu tespitin yapılması değil, aynı zamanda nasıl yaşama geçirileceğinin irdelenmesidir. Özellikle, sınıf savaşımının yükseliş döneminde olmadığımız, demokrasi mücadelesine katkıda bulunabilecek güçlerin sindirildiği bir ortamda, sosyalist devrim hedefi nasıl gerçekleştirilecek ? Veya, burjuvazinin iktidarı nasıl yıkılacak ? Egemen sınıflar içinde sadece bir figüran ve görev değişimi nasıl önlenecek ?

Güncel durum hiç iç açıcı değil. Bir yanda devrimci yükselişin yaşandığı Kürdistan. Diğer yanda devrimci yükselişi canice bastıran iktidar karşısında sınıf kardeşleri ile dayanışma dahi gösteremeyen Türkiye’nin Kürdistan dışındaki bölgeleri. Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri doksan küsür yıldan sonra ilk defa somut bir olanak yakalamış durumdadırlar. Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin ve onun öncü örgütü PKK’nin öznel olarak geliştirdiği onyıllara dayanan mücadele pratiği yığınları sarmaladı. Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketi de aynı durumda olsa, iktidarı hedefleyen bir mücadelenin gerçekleşecek koşullarının önünde hiç bir engel yoktur. Ancak verili durum maalesef öyle değil. Türkiye İşçi Sınıfının Devrimci Hareketi ve mücadelesi öznel faktörün eksikliğinden ve egemen sınıfların yıllara dayalı neo-liberal politikalarının etkisiyle, sınıfın sorunlarına sahip çıkamayacak duruma getirilmesinden dolayı atıl durumda. Tek tek örgütlerin ve kadroların çabası sınıfı ayaklandırmaya yetmiyor. Harekete geçip, ekonomik-demokratik haklarına sahip çıkmaya çalışan işçi sınıfının mensupları ise sınıf bilincinin yoksunluğundan ve egemen güçlerin ideolojik eğitimlerinin etkileri altında, reformizmin, uzlaşmacılığın, milliyetçiliğin, şovenizmin ve doğa üstü güçlerin sınırlarında takılıp kalıyorlar. Bu durumu değiştirmek, masa başında alınan kararlarla, bildiri ve açıklamalar yayınlamakla mümkün değildir. Gerekli olan sınıfın kendi sorunları, öz deneyimleri temelinde yürütülecek kısmi mücadeleler içinde sınıf bilinci edinmelerini sağlamaktır. Her bireyin de aynı düzeyde sınıf bilinci edinebileceği ve o doğrultuda hareketlenebileceği beklenmemelidir. Onu için işçi ve emekçi yığınların en geniş kesimlerini kucaklayacak, ekonomik, demokratik, toplumsal sorunlar temelinde yığınsal hareketler yaratmanın yol ve yöntemleri üretilmelidir. Devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin en başta gelen güncel görevi bu olmalıdır.

Geniş işçi ve emekçi yığınlar burjuva ideolojisinin etkileri altında olduklarından dolayı, ilk aşamada burjuva devletine karşı değil, iktidara ve hatta iktidarın kimi uygulamalarına karşı çıkacak durumda olabilirler. AKP hükümetine ve Cumhurbaşkanı’nın diktatoryal amaçlarına, yolsuzluğa, hırsızlığa, modern tefeciliğe, ihale sistemine, rant amaçlı kentsel dönüşümlere, sarı sendikaların uzlaşmacılığına, işçi haklarının budanmasına, işsizliğe, kendi halklarına karşı savaşa, doğa ve çevre tahribatına karşı istemler yükseltilirken, bu olgular karşısında devrimci-demokratik güçlerin kendi alternatifleri, istemleri de ortaya konmalıdır. Sadece muhalif olmak değil, alternatif projeler de sunulmalıdır. Devrimci-demokrat güçlerin önerdikleri projelere yığınların sahip çıkması değil, bu projelerin yerel mahalli çalışmalarda, üretim ve öğretim merkezlerinde yığınları ile birlikte geliştirilmesi sağlanmalıdır. Bu olumsuz bir olgu olarak değerlendirilmemelidir. En geniş yığınları kendi öz istemleri temelinde bir araya getirip, ilk aşamada harekete geçirip bu mücadeleler içinde örgütlemek bir anlamda bu yığınları dolaylı olarak ama devlet ile doğrudan karşı karşıya getirmenin yolunu döşeyecektir. Bu yöntemleri geliştirmek, tek tek kadroların ve bağlı bulundukları örgütlerin, bizim açımızdan komünistlerin, üyesi oldukları temel parti örgütlerinin ve onların bağlı olduğu, semt, il ve yöre örgütlerinin, faaliyet alanlarında sınıfın ve emekçi halkın sorunları ile bire bir ilgili olmalarını, günlük parti faaliyetlerini işçi ve emekçilerin günlük yaşamı içinde geçirmelerini şart koşar. Fabrikada, tersanede, inşaatta, atölyede, semt ve mahallede komünist kadro günlük sorunlar için mücadelelerin içinde olmalıdır. Yayın satışını, okuma gruplarını, işçilerin emekçilerin, gençlerin ve kadınların katılımıyla kurulacak çalışma gruplarının, faaliyeti haline getirmelidirler. Çalışma alanlarından merkezi yayınlara haber, röportaj, fotoğraf ve belge aktarmalıdırlar. Partili kadrolar, oluşan çalışma grupları, girişimler ve komitelerde eşit haklı birer birey olarak bulunmalı, öncülük görevlerini partisiz bireyleri harekete geçirerek gerçekleştirmelidirler.

Bu konulara neden değinme gereği duyduk ? Yazıda vurguladığımız egemen sınıfların durumu ve iktidarın kendi içinde çelişkili konumu bir gerçeklik. Ancak, bu iktidara son verecek temel güç olan işçi sınıfının örgütlülüğü ve mücadelesinin düzeyi bu koşullara orantılı olarak geride kalmış durumda. Diğer yanda ise sınıf mücadelesinin aktif ve güçlü bir bileşeni olarak Kürt ulusal demokratik hareketi belirli bir olgunlaşma düzeyine ulaşmıştır. Türkiye’de iktidarı yıkmaya yetecek kadar geniş güçler bu iktidara karşı söylem geliştiriyorlar ancak konum alamıyorlar. İktidar mücadelesinin öznesi olması gereken işçi sınıfı hareketi henüz o düzeye gelememiş durumda. Bunun kuşkusuz ki birçok nedeni var, ancak konumuz olmadığı için bu yazıda girmiyoruz. Bu yazı ülkedeki politik durum ve işçi sınıfının mücadelesinin yükseltilmesinin yakıcılığı ile yöntemleri üzerinde yoğunlaşıyor.

Kürt Ulusal Demokratik Hareketi, devletin her türlü uzlaşma ve görüşmeyi reddetmesinden, kısaca cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönmesinden dolayı iktidarı hedefleyen bir mücadele dışında herhangi bir seçeneğe sahip değil. Ve bu hareket, gerilla güçlerinden, parlamentoda temsile kadar tüm mücadele yöntemlerini kendi politik amaçları çerçevesinde başarıyla uyguluyor. Türkiye İşçi Sınıfının Devrimci Hareketi’nin asgari programı ile Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin  azami programı bir çok noktada buluşuyor. Bu gerçekliği doğru değerlendirmek ve iktidar hedefli birleşik, ortak mücadeleyi geliştirmenin nesnel koşulları mevcut. Bütün mesele Türkiye’de bunun yaşama geçirilmesinin öznel koşullarını sağlamaktır. Burada da en başta komünistlere, Türkiye Komünist Partisi’ne belirleyici görev düşüyor.

Bütün yoldaşları, temel parti örgütlerini, yoldaşlarımızın da içinde olduğu çalışma gruplarını, Parti çevremizi, girişim ve komiteleri, işçi ve emekçi yığınları, gençleri ve kadınları harekete geçirecek çalışmaları geliştirmeye çağırıyoruz. Bu mücadelelerin başarıya ulaşmasının teminatı Daha Güçlü TKP belgisinin yaşama geçirilmesidir. Daha güçlü bir TKP de, çelik gibi kadrolar, temel parti örgütleri, daha yaygın yayın dağıtımı, ideolojik-politik eğitim, günlük parti yaşamında işçi emekçi yığınların içinde, eylemlerde ise en önde, diğer devrimci demokratik güçlerle, Kürt ulusal demokratik hareketiyle daha sıkı mücadele birliği içinde olmayı gerektirir. Daha Güçlü TKP, uzun vadeli ve sağlıklı, siyasi ve toplumsal bağlaşıklıkların, eylem ve güç birliklerinin, cephe örgütlenmesinin ön koşuludur. Daha Güçlü TKP Barış, Demokrasi ve Sosyalizm mücadelesinin teminatıdır.

Daha Güçlü TKP belgisi, soyut bir ifade değildir. Ajitasyon malzemesi de değildir. Bu belgi içini doldurduğumuz koşullarda sınıf mücadelesi içinde yaratacağı niteliksel farklar ile kendini ülke siyasetinde hissetirecek bir belgidir. Şu aşamada parti içine ve çevresine yöneliktir. İleriki mücadele aşamalarında sınıfa yönelik bir nitelik kazanacak. Fakat bu aşamaların yükselmesi kendiliğinden olmayacak. Parti kadrolarının, sempatizan ve çevremizin bizzat örgütlü çabası ile gerçekleşecek. Bunu sağlamak için yerelde ve bölgelerde yoldaş ve sempatizanlarımızın sistematik ve disiplinli bir çalışma planı oluşturmaları gerekmektedir. Her il ve ilçenin, bölgede bulunan fabrika, üretim ve hizmet merkezlerinin yapısı ve özelliklerine ilişkin planlar çıkarılmalıdır. Titiz bir hazırlık çalışması sonucunda kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirlenmelidir. Bunlar belirlendikten sonra haftalık veya duruma göre on beş günlük toplantılarda yapılan çalışmalar değerlendirilmeli, eksiklikler tespit edilmeli, başarılar değerlendirilmeli ve yola devam edilmelidir. Dolayısıyla denetim mekanizması doğru çalışmalıdır. Sonuçlar üst organlara rapor edilmeli ve değerlendirme alınmalıdır. Bu çalışma yürütülürken farklı düzey ve derecelerde eğitim çalışmaları uygulanmalıdır. Yeni sempatizan ve kadrolara yönelik temel parti eğitimi verilirken, farklı uzmanlaşma alanlarına yönelik ihtisas eğitimleri planlanmalı ve uygulanmalıdır. Sendikal alanda, işyeri komitelerinde, mahalli komitelerde, demokratik yığın örgütlerinde, gerici örgütler içinde çalışan kadrolar, çalışma alanlarına uygun olarak eğitilmelidir. Eski kadrolarımız ise yeni koşullarda yığın çalışmasının yöntemleri konusunda hafızalarını tazelerken, temel eğitimlerinde görülen eksiklikler belirli dersler ile telafi edilmelidir.

Yığınların içinde ve önünde yürütülecek günlük mücadele ve çalışmalarda legal basının önemi artıyor. Merkez Organımız kadro eğitimi ve yönlendirme görevi görürken, legal basın-yayın araçları güncel gelişmeler karşısında politikamızı yansıtıyor, uluslararası gelişmeler ve tarihimiz ışığında ulusal politik önermelerimiz konusunda perspektif belirliyor, bizlere yığınlar arasında yürüttüğümüz çalışmalarda görüş ve politika üretmekte yardımcı oluyor. Basın-yayın araçlarımızı yerel ve işyerleri temelli faaliyetler konusunda, bölgelerin sorunları konusunda haber, fotoğraf ve yorumlarla beslemek, bu faaliyete yeni gelişen kadroları katmak, yürüttüğümüz yerel çalışmaların genele bir deney olarak yansımasını sağlayacaktır. Bugün, Daha Güçlü TKP  belgimizin anlam ve içeriği budur.