Devrim Stratejisinin Önemi Üzerine

Devrim Stratejisinin Önemi Üzerine

Devletin yapısını hedeflemeyen bir devrim burjuva diktatörlüğünün yıkılıp yerine proletaryanın iktidarının kurulması sonucuna götürmez. Bu bilinen bir gerçektir. Bilinir ama bu stratejik görev sadece Marksçı-Leninci partiler tarafından programlarında yer alır. Bu saptama önemlidir. Çünkü devrimci ve hatta komünist olduğunu iddia eden kimi çevreler bu belirleyici noktayı görmezden gelmeye eğilimlidirler.

Komünist partilerin pratiği bu amaca uygun olmalıdır. Bu saptamanın salt parti programında yazılı olması, gereği pratik mücadelelerde yerine getirilmesi sağlanmazsa ne denli önemsizleşiyorsa, programına bu belirleyici amacı almamak veya farklı ifade etme adına önemsenmemesi de bir o kadar tehlikelidir. Komünist Partiler aynı zamanda ‘program partileridirler’. Teori ile pratiğin uyumuna önem verirler.

Günümüzde ülkemizde komünist hareket içinde yaşanan sorunlardan dolayı pragmatist kimi yöntemlerin geliştirilmesi adet haline geldi. “Önce pratikte gerekli nicel güce ulaşacak çalışmaları gerçekleştirelim, nitelik konusunda gerekeni ardından tamamlarız.” Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım değildir. Neye göre doğru değildir? Marksçı-Leninci anlayışa göre doğru değildir.

Lenin, “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” demiştir. Bu tespitinde önceliği teoriye vermiş olması tesadüf değildir. Önce sarih, net ve kesin bir teorik yaklaşıma sahip olunmalıdır ki, pratik faaliyetlerin bütünü bu teorik yaklaşıma tabi olarak planlanıp geliştirilebilsin.

Kendini komünist olarak adlandıran kimi çevrelerin bu gerçeklerden bilinçli olarak uzaklaşması göz yumulmaması ve hafife alınmaması gereken bir olgudur. Bu yaklaşım hatası içinde olan çevreler genellikle sınıf hareketinin zayıflığını ve onun önce yükseltilmesi gerektiğini gerekçe olarak öne sürerler. Bugün bu gerekçeyi üretenler, yarın da daha farklı gerekçelerle reformist politikaların savunucuları konumunda takılıp kalırlar. Bu tür eğilimler yüz yıldan fazladır komünist hareket içinde her dönemde baş göstermiştir. Ve bu tür eğilimler her defasında da burjuvazinin kucağına oturmakla sonuçlanmıştır. Komünist örgüt hatta parti iddiası ile popülist söylemlerle yola çıkanlar ya yok olmuşlardır, ya da burjuvazinin izin verdiği oyun alanları içinde kendilerine düzen içi bir yer bulmuşlardır.

Bizim amacımız bu olamaz. Öyle olsa bize ne ihtiyaç olur ki. Burjuvazi bu alanda ihtiyaç duyduğu politik mekanizmaları zaten yaratıyor. Bizim tüm bu eğilimlerden farkımız zor olanı başarmaya soyunmuş olmamızdır. Programımız çok net ve açık olmalı. İdeolojik, politik ve örgütsel çalışmalarımızın bütünü programımızdaki hedeflerimiz doğrultusunda her hangi bir sapma göstermeden uygulanmalı. Bu yaklaşım sınıf hareketinin yükseliş döneminde olmadığı zamanlar için de geçerlidir. Çünkü sınıf içinde parti programı doğrultusunda çalışma yürütülmediği sürece, ne sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde, ne de kendiliğinden devrimci-demokratik hareketlerin geliştiği dönemlerde partinin öncülük görevini yerine getirmesi mümkün olamaz.

İşçi sınıfı içinde örgütlenip kök salarken, sınıfın nezdinde politik stratejimizi gizlemeden propaganda etmeliyiz, sınıfı bu temelde bilinçlendirmeliyiz. Marksçı-Leninci ideoloji temelinde tüm arılığı ile örgütlenmeyen bir komünist kadro uzun soluklu, bilinçli ve her koşulda mücadele edecek anlayışa, direngenliğe, sınıf kinine sahip olamaz. Kolaycı yaklaşımlar kalıcı ve sürekli süreçlerin önünde her zaman engel teşkil etmişlerdir. Bu dün de böyleydi, bugün de öyledir.

Komünistleri tüm diğer devrimci güçlerden ayıran temel özellik aynı zamanda komünist kadroların sarsılmaz, kalıcı ve sürekliliklerinin de nedenidir. Ancak Marksizm-Leninizm’e, sosyalizm ve komünizme inancını yitiren unsurlar farklı yollara sapma “yeteneğine” sahip olabilirler. Biz bu unsurları yargılamıyoruz. Ancak sebebini tespit etmeye çalışıyoruz. Ve kesinlikle bu tür kadroların eline partimizin kaderinin terk edilemeyeceğini yaşayıp öğrenmiş bulunuyoruz. Çok acı deneyleri tekrar yaşamamak, parti omurgasının tavizsiz olarak Marksçı-Leninci ilkeler temelinde kurulmasına bağlıdır. Bunun ön koşulu da devrim stratejisindeki netliktir. Partinin tüm kuralları, faaliyetleri ve ilkeleri bu amaca uygun şekillenir. Kadrolar da bu yapıya uygun kadrolar olarak yetişip kendilerini geliştirip yeniledikleri sürece kalıcı olurlar ve her tür küçük-burjuva alışkanlıklarından arınırlar. Devlete karşı mücadele pratiği çok fedakarlığı göze almayı gerektirir. Fedakarlıkları göze almak da komünist bilinç gerektirir. Devlet kimin ne kadar sokakta olduğuna göre değerlendirme yapmıyor, sokaktaki eylemliliğin niteliğine dikkat gösteriyor.

Günümüzde Marksizm-Leninizm’den ve dolayısıyla Leninci Parti anlayışından uzaklaşmış olan eski kadroların ana sorunları Komünizme olan inançlarını yitirmiş olmalarıdır. Bunun farklı nedenleri vardır. Ancak temel neden başta Sovyetler Birliği olmak üzere Dünya Sosyalist Sisteminde yaşanan karşı-devrim gerçeğidir. Zamanında reel sosyalizmin ülkelerinde yaşanan ve aşılamayan sorunların da etkisinde gelişen karşı-devrim bu kadrolarda umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaratmıştır. Diğer bir etken de parti yöneticilerinin, SBKP’de bu olumsuz süreçleri yürüten yönetici kadroların etkileri altında kalmalarıdır. Dönemin parti yöneticileri için tabiri caiz ise “deniz bitmiştir”. Halbuki Marksçı-Leninci ilkeler temelinde olgular değerlendirilmiş olsaydı ve reel sosyalizmin pratiğinde özellikle 50’li yıllarda yapılan hatalar masaya yatırılıp değerlendirilseydi sonuç bu noktaya gelmeyebilirdi. Fakat dönemin varolan yönetici kadrolarda ne bu öz güven ne de bu inancın kalmadığı anlaşılıyor. Sonucunda da bırakın Marksizm-Leninizm’i, Marksizm’in dahi günümüzün ekonomik ve politik sorunlarına çözüm üretemeyeceği, Marks ve Engels’in ekonomik ve siyasal kuramlarının yaşamda karşılığı olmadığı sonucuna varılıyordu. Sınıf çelişkilerinin temel çelişki olmaktan çıkması, toplumda başka çelişkilerin de varolduğunun öne çıkarılması gibi söylemler bu sürecin devamı olarak geliştirildi. Böyle olunca da, Marksçı-Leninci devrim startejisinin önemi ve belirleyiciliği ortadan kalkmış oldu.

Bu eğilimin ve artık sapma olmaktan da çıkarak burjuva ideolojisinin resmen egemenliği etkisinde kalmanın getirdiği farklı sonuçlar da oldu. Bu sonuçları da bugün kendilerini “devrimci”, “sosyalist” veya “komünist” olarak nitelendirdikleri halde bütün bu gelişmelerin etkisinde kalarak yeni “devrimci” stratejiler üretenlerde görüyoruz. Yazarken veya konuşurken sosyalizm adına mangalda kül bırakmayan bu çevreler, adını açık açık koymasalar dahi, reel sosyalizmde yaşanan pratiği çarpık değerlendirerek “demokratik sosyalizm”, “21.yüzyıl sosyalizmi”, veya “radikal demokrasi” gibi kavramlar ile yeni yetişen devrimci nesli Marksizm-Leninizm’den uzak tutmaya çalışıyorlar ve bu şekilde bilinçli veya bilinçsiz burjuvazinin değirmenine su taşıyorlar.

Antonio Negri, Ernesto Laclau, Chantal Mouffe ve Murray Boochkin gibi kendilerini post-Marksist olarak adlandıran yazarlar “sosyalist strateji” adı altında Marksçı-Leninci devrim stratejisine meydan okuyorlar. Bize göre bunlar küçük-burjuva devrimciliğini savunan, burjuva ideolojisinin etkisinde kalan, Marksizm-Leninizmi salt bir “devrimci yaşam tarzı” düzeyinde ele alan ve sınıf bilinci ve sınıf kini oluşmamış çevreler içinde kendilerine yer bulabiliyorlar. Burjuvazi, devlet ve onların aygıtları ise bu ve benzeri görüş ve eğilimlerden hiç rahatsız olmuyor. Bu tür eğilimlerin ülkemizde yaygınlaştırılmaya başlaması seksenli yılların sonlarına ve doksanlı yılların başlarına tesadüf eder. Ve bize göre bu bir tesadüf değildir. Bu yazarların kitaplarını çevirenler, görüşlerini savunanlar “yenilenme” ve “demokratizm” adına vazifeden sonuç çıkaran geçmişin parti yöneticileri, farklı devrimci-sosyalist örgütlerin yönetici kadroları veya dönemlerinin Marksizm-Leninizm savunucularıdır. Bugün bu unsurların görüşlerinden en ufak kertede etkilenerek dahi sosyalist ve komünist politika yürütmek mümkün değildir.

Bu tür görüşler nitelendirilerek kimileri tarafından savunulup bir zehir gibi genç kuşakların arasında yaygınlaştırılmaya çalışılırken bir başka ve asıl tehlike de kendini Marksçı-Leninci ve hatta sosyalist ve devrimci ilan edip; devrim teorisi, kapitalist devletin yıkılması hedefi ve proletarya diktatörlüğü konusunda ustaca ve üstü örtülü olarak bu tür görüşleri politik program katına çıkaranlardır. Bu neden daha da tehlikelidir. Diğerlerini adları ile çağırıp görüşleri ile ideolojik mücadele yürütür, bu görüşlerden etkilenen kadrolar ve destekçilerle konuşmak mümkündür. Ancak bu unsurlar kendilerini “komünist” olarak adlandırarak ve o adlarla örgütler kurup yayınlar çıkararak sağ oportünist ve revizyonist görüşleri gizliden gizliye yaygınlaştırıyorlar. Devrim startejisinin öneminden söz ederken tüm bu güncel olguları değerlendirmek zorundayız. Bu yazımız bir giriş olma özelliği taşıyor. Önümüzdeki sayılarda bu konuda savunulan görüşler ile ilgili tartışmamızı sürdüreceğiz.