Komünistler Ve Silahlı Kuvvetler

Komünistler Ve Silahlı Kuvvetler

Türkiye Komünist Partisi kuruluşundan beri tüm resmi belgelerinde Ordu ve Silahlı Kuvvetler üzerine değerlendirmelerini yapmış, farklı dönemlerde silahlı kuvvetler içinde yürütülen çalışmalar konusunda ayrıntıya girmeden bilgilendirmeler ve politikalar tespit etmiştir.

TKP’nin Silahlı Kuvvetler içindeki kimi kesimlere ayrımlı yaklaşması, ordunun tepesindeki, işbirlikçi tekelci sermaye ve ABD emperyalizmi ile bütünleşmiş üst rütbeli subay ve generaller ile, ordunun orta ve alt kademelerinde görev yapan subay, astsubay ve erler arasındaki çelişkilere dikkat çekmesi bilinen bir gerçektir. TKP bu bakış açısı doğrultusunda askeri lise ve harp okulları öğrencileri arasında ilgi ile takip edilen bir siyasi güç olagelmiştir.

Silahlı Kuvvetler bünyesinde en büyük sorun her zaman Kemalizm konusunda yaklaşım olmuştur. ABD ve NATO ile bütünleşmiş kesimlerin dışında kalan kesimler anti-emperyalist, ulusal bağımsızlıkçı ve yurtsever görüşlerin temsilciliğini yaparken, bu görüşleri çoğu zaman Kemalizm ile bağımlı savunur konumda olmuşlardır. Kemalist düşüncenin ulusal bağımsızlıkçı niteliği abartılarak, Mustafa Kemal’in emperyalizm ile uzlaşarak ve baştan itibaren emperyalizme bağımlı bir Türkiye Cumhuriyeti kurduğunu dikkate almamaktadırlar.

Silahlı Kuvvetler içinde belirli bir süre askerlik görevini yerine getiren nicelik olarak en büyük grubu oluşturan tabanı, yani erler, işçi sınıfı ve emekçi halkların çocuklarıdır. Erler arasında yapılacak çalışma sadece askerlik görevi dönemi ile sınırlandırılamaz. Bu gençler ile askerlikten önce ve sonra toplumsal alanın her alanında ilgilenilmek ve onları gençler arasında yapılan çalışmanın kendisi olarak değerlendirmek gerekmektedir. Askerlik sürecinde onlara yönelik ayrıca somut durumlarına ilişkin propaganda ve örgütlenme çalışması yapılması, toplum içinde halk çocuklarının burjuvazinin amaçları için ve emperyalizmin bekçiliği için ölüme sürüklendiği, kendi halklarına karşı imha hareketlerinde kullanıldıkları ayrıca yürütülmelidir, bu doğru ve gereklidir.

Ordunun tepesi tekellerle iç içe geçmiştir. Generaller daha emekli olmadan hangi tekelin yönetim kurulunda görev alacaklarını bilmektedirler. Yolsuzluk, rüşvet ve asalaklık omuzu kalabalık generallerin yaşam tarzı olmuştur. Ordunun kendisi OYAK ile askersel sanayii kompleksleri ile, silah ithalat ve ihracatları tekellerini ellerinde bulunduran şirketlerle sarmal bir vaziyette Türkiye kapitalizminin temel ögelerinden birini oluşturmaktadırlar.

Temmuz Darbesinin Hatırlattıkları

15 Temmuz darbe girişimi ve ardından gerçekleştirilen asıl darbe sürecinde yaşananlar Silahlı Kuvvetlere yönelik komünistlerin görüşlerinin ne kadar önemli olduğunun altını bir kez daha çizmiştir. Yeni bir durumla karşı karşıyayız. Türk Silahlı Kuvvetleri bölünmüştür. Veya yıllara dayanan bölünmüşlük daha da derinleşerek ve çeşitlenerek gelişmiştir. Özellikle ordunun vesayetinin ortadan kaldırılması tartışmaları ile cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin ana iktidar gücü olan TSK, son sekiz yıl öncesine kadar içindeki çelişkilerin dışarıya yansımasını ve gruplaşmaların birbirlerini tasfiye etmelerini önleyebilmiştir. Çıkar birliği ve ülkenin her alanında nemalanma ortak paydalarını oluşturuyordu. TSK en güçlü otorite olarak kabul görüyor, siyasete karışmaz safsatasına toplumu kandırarak inandırmış durumdaydı. Halbuki unutmamak lazım ki, akıllarına estikçe radyo, TV ve gazetelere çıkıp sivil hükümetleri tehdit eden, emperyalizmin maşası olarak darbeler yapan, sıkıyönetimler ilan eden, söz gelimi “hapşırdığı zaman hükümetleri komaya sokan” bir etkiye sahipti. ABD ve NATO’nun Ortadoğu’da ve dünyadaki planları uyarınca TSK’yı yeniden dizayn etmesi, TSK’nın kozmik odalarına kadar girilip, muazzaf subayların, generallerin ve emekli genel kurmay başkanlarının tutuklanması ordu içerisinde o güne kadar çıkar temelinde sağlanan uzlaşmayı yerle bir etti. Kozmik odalara ise, ABD ve NATO izni olmadan girilebilmiş olması mümkün değildir. Bu operasyonda ise taşeron görevini AKP ve Fethullah çetesi birlikte yürütmüştür. Bugün, 15 Temmuz darbesinden sonra TC tarihinde ilk defa bir genel kurmay başkanının bakanlar kurulu toplantısına katılması da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Askeri Liselerin kapatılması ile Silahlı Kuvvetler İmam Hatip Liseleri mezunlarının akın akın gireceği bir kurum haline gelecektir. Ancak ABD ve NATO etkisi dışında bir TSK bu düzen sürdükçe mümkün olmayacaktır. Kısacası, TSK içinde bir reorganizasyon ile yeniden yapılandırma süreci yaşanmaktadır. Bu yeniden yapılandırma Amerikancı, NATO’cu ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin baskı ve savaş aygıtı olma niteliğini değiştirmeyecektir.

Şu gerçeği tekrar hatırlamak gerekir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde kurmaylık mertebesine yükselen her subay o aşamadan itibaren ABD ve NATO’nun denetimine girmektedir. ABD’de eğitilirler, beyinleri yıkanır, Brüksel’de staj görürler ve sonra her sene tekrar ABD’de emperyalist politik doktrinlerdeki yeni gelişmelerden savaş tekniklerine kadar bilgilerini tazeleyecekleri derslerden geçer sağlık kontrollerini yaptırırlar. Bu retoriklere “emperyalizme biatın sürekliliği ve kalıcılığının sağlanması” da diyebiliriz. Buna rağmen Türk Silahlı Kuvvetlerinin tepesinde her zaman farklı gruplaşmalar oluşmuştur. Emperyalizm ile ulusal çıkarlar arasında farklılıkları tespit eden kimi kurmaylar ve paşalar içten içe bu politikalara muhalif görüşler edinmişlerdir. Ancak, bu muhaliflik de Kemalizm sınırlarını aşamamış ve Kemalizm de emperyalizme bağımlılık demek olduğu için dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmelerini sağlamıştır. Bu noktada temel belirleyici olan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, işçi sınıfının devleti parçalayıp kendi erkini kuramadığı koşullarda ABD ve NATO’ya bağımlılığın ve biatın ortadan kalkamayacağıdır.

Peygamber Ocağı” olarak nitelenen Silahlı Kuvvetler başından itibaren dinsel gericilik ve irticanın kalesi olmuştur. Bu nitelemeyi ve onun derin anlamını görmezden gelerek “laik” bir silahlı kuvvetlerden bahsetmek aldanmış olmaktan başka hiç bir anlama gelmez. ABD ve NATO’nun Sovyetler Birliği’ne karşı “Yeşil Kuşak” projesinin bir gereği olarak yetmişli yıllarda yeniden revize edilen Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç yapısı, 12 Eylül 1980 askeri faşist diktatörlüğü sürecinde dinsel gericiliğin ordu içinde ve toplumun genelinde yaygınlaşarak örgütlenmesinin yolunu döşemiştir. Fethullah Çetesinin orduda örgütlenmesinin güçlenmesi de, ülke çapında imam hatip okullarının mantar gibi bitmesinin de, her mahalleye camii yapılmasının ve imamların birer istihbaratçı olarak yetiştirilmesi de bu döneme rastlar. Özellikle devrimci demokratik güçler arasında yaygın olan TSK’nın laik olduğu düşüncesi karşılığı olmayan bir görüştür ve emperyalist güçler ile Kemalist işbirlikçilerinin birlikte kurguladıkları bir taktiktir. CHP kuruluşundan itibaren bu kurgunun önemli bir parçasıdır. 15 Temmuz sonrası AKP, CHP ve MHP’nin “Milli İrade” tablosu, yaratılmaya çalışılan bir proje değil, cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan gerçek bir olgudur. Bu gerçeği görmeden ve özümsemeden bu ülkede işçi sınıfının mücadelesinde doğru bir siyaset geliştirmek mümkün değildir.

Her Türk Asker Doğar” sloganı tüm TSK birimlerinde her sabah ve akşam içtimalarında tekrarlanan, talimlerde toplu olarak atılan bir slogandır. Bu söylem içi boş bir söylem değildir. Bilinçlidir, milliyetçiliğin de ötesinde derin ırkçılık içerir. TSK, “Türk-İslam Sentezi” düşüncesinin silahlı bekçisidir.

Ellili ve altmışlı yıllarda “Komünizmle Mücadele Derneklerini” kuran da, “Batı Çalışma Grubu” adı altında sözde irticaya karşı laikliği savunanlar da, “Türk Ocaklarını” kurarak Türk milliyeti dışında bu topraklarda canı, kanı ve teri olan tüm milliyet ve dinsel kültürleri yok sayarak imha eden de aynı “Milli İrade” bileşimidir.

Komünistler, anti-emperyalist, anti-faşist Kemalist devrimci-demokratlar ile ittifaka karşı değildirler. TKP’nin tartışılan yeni program taslağı bu konuda çok açık ifadeler içermektedir. Fakat burada kastedilen kesimler şu anda Atatürkçülük ve Kemalizm adına Türkiye toplumunun siyasi, askeri ve sermaye alanında yer almış güç merkezleri değildir. Kemalizm’i hiç bir zaman yaşama geçirmediği içerikler ve hedefler içerisinde mütalaa eden devrimci-demokratik bir akımdan bahsediyor TKP.

En Önemli Sonuç

15 Temmuz Darbesi partimizin yıllardır savunduğu bir gerçeği gözler önüne sermiştir. Ordu bölünmeden, bir kısmı nötralize edilmeden bu ülkede devrimi gerçekleştirmek mümkün değildir. Bugün ordu bölünmüştür. Ancak bu parçalanmışlığın hiç bir öbeği Sosyalist Devrim yanlısı bir siyasi çizgi takip etmemektedir. Sınıf mücadelesinin başarısını belirleyecek olan ise tam da bu olgunun gerçekleştirilebilmesidir. Partimize göre 15 Temmuz darbe girişimi ve onu takip eden karşı darbenin, Silahlı Kuvvetler içinde su yüzüne çıkan parçalanmanın doğru analiz edilmesi bu süreçten çıkarılacak en önemli sonuçlarından biri, belki de belirleyicisidir.

Bugün Türkiye’de kendisini devrimci ve sol blok içinde tarif eden parti, hareket, cephe ve yayın çevrelerini incelediğimizde, aralarında “komünist” nitelemesini kullananların bir kısmı dahil, devletin yıkılması ve parçalanması hedefini önlerine koymadıklarını tespit edebiliyoruz. Devrim’den, hatta Sosyalist Devrim’den bahsediyorlar ancak bunun devlette bir geçiş ile, sönümlenme ile olamayacağı gerçeğini geçiştiriyorlar. Yüreklerinde devrim ateşi yanan ve hatta komünizmi bir amaç olarak gören binlerce, on binlerce genç bu gerçeğin farkında değil.

Sosyalist Devrim zor ile gerçekleşecek bir nitelik içermektedir. Burjuvazi ise buna müsaade etmemek için tüm olanaklarını ortaya koyacaktır. Silahlı Kuvvetler ise burjuvazinin baskı, güvenlik, savunma ve savaş aygıtı olarak burjuvazi tarafından işçi sınıfı ve diğer devrimci güçlere karşı duracak, devrimi ezmeye çalışacaktır. Bunu engellemenin tek yolu Silahlı Kuvvetlerin bölünmesi ve ezici çoğunluk gücünün devrimden yana tavır koymasının sağlanmasıdır.

15 Temmuz darbe süreci tüm devrimci güçlere bu gerçeği göstermiştir. Ancak hiç bir değerlendirmede bu konuya değinilmemesi ayrı bir soruna işaret etmektedir. Türkiye Komünist Partisi, tarihsel misyonunun ve öncülük rolünün gereği olarak bu meselenin kendi çalışmalarında çok önemli bir rol oynadığını ve tüm diğer devrimci güçlerin de bu konuda tavır belirlemeleri gereğinin altını çizmektedir