Maceraya Son Vermenin Koşulu

Maceraya Son Vermenin Koşulu

Maceraya Son Vermenin Koşulu

AKP-Saray Rejimi içeride ve dışarıda maceraya devam ediyor. Gidişat iyi değil. CB Erdoğan hiç bir olumsuzluk yokmuşçasına güçlü devlet adamı rolü oynuyor. Meselenin aslının öyle olmadığını gören görüyor. Görmek istemeyenler de aslında görüyor ama Erdoğan’ın bu zorlukları da aşabileceği umuduyla ona destek veriyorlar. Erdoğan kaybederse tüm “kazanımlarını” yitirecekler ve akıbetleri de hiç iyi olacağa benzemiyor. Bu sebepten dolayı AKP militanları gizliden gizliye silahlanıyor. Yasadışı milis örgütlenmesi yürütülüyor. Bu örgütlenme ise devlet bütçesinden finanse ediliyor, askeri eğitimler devlet olanakları ile veriliyor. 15 Temmuz gecesi ölen AKP yanlılarının önemli bir bölümü bu aparatın kadroları idi. Onun için tümünü “görev şehidi” mertebesine yükselttiler ve maddi-manevi gereğini yerine getirdiler.

Bu ne anlama geliyor? AKP-Saray Rejimi iktidarı elinde tutmak için bugün nasıl her yolu mubah sayarak mücadele ediyorsa, yarın sonu geldiğini tespit ettiğinde silahlı direniş ile kendini savunmaya ve iktidarını korumaya çalışacak demektir. “Bana yar olmayan kimseye yar olmasın” felsefesi ile ülkenin kanlı bir iç savaş ortamına dönüştürülmesinde elleri titremeyecektir. Bu hazırlıkları göstere göstere yapmalarının en baş sebebi de, kitlelere “kaos istemiyor, huzur istiyorsanız bize boyun eğin” mesajını vermektir.

Erdoğan bu politikayı 7 Haziran seçimleri öncesi başlattı. Seçimlerde istediğini elde edemeyeceğini, barış ve demokrasi güçlerinin güçlenerek barajı aşacağını gördüğü andan itibaren düğmeye bastı. Önce masayı devirdi, bu şekilde seçim dengelerini değiştirebileceğini düşündü. Bu senaryo tutmayınca, seçimler sonrası kan dökme emri verildi ve bugünlere kadar geldik. Erdoğan, Akdoğan, Ala o süreçte “7 Haziran’da HDP’yi engelleyip Başkanlık sisteminin önünü açacak seçmen iradesini göstermezseniz ülke kaosa sürüklenir” demediler mi? Dediklerini de harfiyen uyguladılar. 5 Haziran Amed, 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara Katliamları ile Barış, Demokrasi, Özgürlük ve Sosyalizm Güçleri’ni sindirmeye çalıştılar.

Kürt Halkının Hendek ve Barikat Direnişinin Anlamı

Burada çok belirleyici bir konunun altını çizmek istiyoruz. Özellikle Türkiye Solu içerisinde o dönemde Kürdistan’daki direnişe karşı bir tepki yaratılmaya çalışıldı. Bu tepki HDP’nin sıralarına kadar taşındı. Kürdistan Özgürlük Hareketi o dönemde AKP-Saray Rejimi’nin aşırı tehlikeli saldırı, imha ve işgal planlarını çözmüş ve ön görmüştü. Zaman kazanmak ve yeniden konumlanmak zorundaydı. Bu sebepten dolayı Kürdistan’da Hendek ve Barikat Direnişleri başlatıldı, halk ayaklandı, sokak savaşlarına kadar gelişen büyük çatışmalar ve kayıplar yaşandı. Bu taktik ile AKP-Saray Rejimi savaş planlarını bir yıl ertelemek zorunda kaldı. Aynı dönemde binlerce Kürt ve Türk genci gerillaya katıldı, eğitildi, yeni mevziiler hazırlandı, planlar yapıldı. Devlet bu önlemi bozmak için barış ve demokrasi hareketinin içinde çatlaklar yaratmak, Türkiye Devrimci Hareketi ile Kürt Özgürlük Hareketi arasına kama sokmak için türlü yöntemler denedi. Devletin bu planı genel anlamıyla boşa çıkarıldı ancak Türk ve Kürt halklarının devletin saldırılarına karşı ortak aktif direnişinin örülmesi de çeşitli yöntemlerle engellendi. Geçmiş bir yıllık süreci değerlendirirken bu gerçekliğin muhakkak dikkate alınması ve Türkiye Devrimci Hareketi’nin bu deneyden ders çıkarması gerekiyor. Kürt Özgürlük Hareketi bu dönemde göğüs göğüse çarpışarak ve şehirlerin içindeki insanlar ile yakılıp yıkılmasına rağmen teslim olmayarak direnişini çok önemli bir aşamaya yükseltti. Bu direniş kahramanca ve fedaice bir direniştir. Ve devletin oyunları sonucunda Kürt halkı Türkiye Devrimci Hareketi tarafından yalnız bırakılmıştır.

Bu gerçeklik aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’deki sınıf mücadelesinde oynadığı önemli rolün de pratikte ispatıdır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni sadece ulusal amaçlarla sınırlı, milliyetçi, şoven ve hatta emperyalizmin maşası gibi tarif etmeye çalışan sözde “sol” kümeler, Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Türk devletinin Ortadoğu’da imha, işgal ve yayılma planlarına karşı yürüttüğü mücadelenin anti-faşist ve anti-emperyalist karakterini en azından bu bir yıllık savaş pratiğini ve taktiklerini yaşadıktan sonra ve Kürt halkını bu savaşta yalnız bıraktıktan sonra görmeleri gerekir. Bunu zamanında göremediler, ancak bugün de görmek istemiyorlar ve aynı nakaratlara devam ediyorlarsa onların iyi niyetinden şüphe etmek ve devletle olan temas noktalarını sorgulamak gerekir.

Bu bir yıl içinde Türk devleti kendi sahip çıktığı devlet sınırlarının içinde kimyasal silah, varil bombaları, yangın bombaları kullandı ve jet savaş uçakları ile “kendi” köylerini bombaladı. Bu savaş pratiği devam ediyor ama yetmiyor, halkın oylarıyla seçilmiş belediyelere kayyumlar atanıyor, TBMM’de HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor, onurlu aydın, sanatçı, gazeteci, hukukçu ve akademisyenler sadece Kürt halkına karşı uygulanan katliamlara karşı çıktıkları için tutsak alınıyor, TV’ler, radyolar, gazeteler yasaklanıyor, mallarına el konuyor, burjuva basını dahi yayın yasakları baskıları ile sansürleniyor.

AKP “Sivil” Silahlı Milisler Kuruyor

Konumuza dönersek, AKP-Saray Rejimi, Kürdistan’da karşılaştığı direnişi veri alarak Türkiye’nin genelinde karşılaşacağı direniş ve hatta ayaklanmaya karşı “sivil” silahlı milisler oluşturuyor. Bu hazırlığı irdelemek gerekir. Konunun iki yanı var. Birincisi; buna göre karşı örgütlenme devrimci hareketin doğal görevleri arasındadır, onun için sadece hatırlatarak geçelim, ama asıl önemlisi yani İkincisi; AKP-Saray Rejimi’nin bu tehlikeyi sezip bunun hazırlıklarını yapıyor olduğu gerçeğini görmemiz gereğidir. Erdoğan kendini ne kadar güçlü göstermeye çalışırsa çalışsın, bu önlemlerle zayıflıklarını ve kendini bekleyen tehlikeleri kabullendiğini tespit ediyoruz.

AKP-Saray Rejimi bu hazırlıkları nasıl sürdürüyor? Birincisi; Kürdistan’daki direnişi bahane ediyor, halbuki masaya oturup birkaç ayda çözülecek bir sorundur bu. İkincisi; Rojava, Suriye’de Halep ve Irak’ta Musul’u bahane ediyor. Burada IŞİD karşıtlığı dillendiriyor ama Irak’ta PKK, Suriye’de ise PYD güçlerini hedefliyor, işgal planları yürütüyor, Güney ve Batı Kürdistan’da Kürt halkının tüm kazanımlarını ya yok ederek, ya da kendine tabi kılarak kendi nüfuz alanını yaratmak istiyor. Bu saldırgan işgalci savaş politikalarının Türkiye’nin sınır kentlerinde, Kuzey Kürdistan’da yaratacağı karşı saldırı ve misillemeleri hesaba katarak önlemini alıyor. Üçüncüsü; Fethullahçılar ile yürüttükleri karşılıklı mücadeleyi bahane ediyor. Özellikle 15 Temmuz sonrası bu çatışmanın gerekçe haline gelmesi güçlenmiştir ama özünde Erdoğan’ın Fethullah Cemaatini terör örgütü olarak nitelemeye başladığı 2013 yılı sonundan itibaren “teröre karşı hazırlıklar” başlamıştır. Dolayısıyla bu üç konu veri alınarak ülkenin her yanında militarist bir atmosfer oluşturuluyor ve bu gerekçelerle AKP çevresinde silahlı milis güçler inşa ediliyor. Kuşkusuz ki bu savaş bir dini savunma savaşı olarak nitelendirdikleri için kendileri açısından kutsal sayılıyor ve suç sayılmıyor.

AKP Ortadoğu Batağında Batacak

Şu kesin. Türk devleti Rojava’daki devrimi boğmak, Kuzey Suriye’yi, Kürdistan ve Halep dahil kontrol altına almak, Medya Savunma Alanlarını dağıtmak, Güney Kürdistan’da KDP ile birlikte etkin olmak, bu şekilde Musul ve Kerkük’de söz sahibi olmak, bu süreçte orada elde etmeyi umduğu güç ve moralle Kuzey Kürdistan’ında gerilla mevziilerini dağıtmak, şehirlerdeki halkın desteğini bozmak, bölgeyi tamamen kendi siyasi kontrolü altına almayı hedefliyor. Dışarıda kendi açısından kazanacağı her yeni mevzii, AKP-Saray Rejimi ve Erdoğan’ı içerde güçlendireceğini ve Kuzey Kürdistan ile Türkiye’nin genelinde uzun vadede kalıcı ve söz sahibi olacağı sonucunu yaratacağı strateji olduğunu düşünüyor ve bu planı uyguluyor. Bu plan bölgede var olan devletlerin yönetimlerinin ve onların müttefiklerinin tavrını ne denli hesaba katıyor? Hiç bir hakkı olmamasına karşın bölgede başından beri savaş ocakları tutuşturan ve bugün de ateşin harını ayarlamaya müdahil olan Avrupalı ve Atlantik ötesi emperyalist merkezleri, NATO’yu ne denli ciddiye alıyor? NATO üyesi bir Türkiye, bölge konusunda diğer NATO üyeleri ve yönlendirici ülkeler ile ne derece uyumlu? Bunlar bizim değil Türk devletinin kendine sorması gereken sorular. Biz sadece bölgenin hiç de dikensiz bir gül bahçesi olmadığını Erdoğan ve havarilerinin de bildiğinden yola çıkarak böyle bir maceraya neden soyunma gereği hissettiğinin yanıtını vermeye çalışıyoruz. Bize göre Türk devleti bu bataklıktan çıkamayacak ve yeniden kendi içinde hesaplaşma başlayacak. Bu kez sadece Fethullahcılar ile AKP değil, AKP’nin yeni müttefikleri Ergenekoncu Kemalistler de bu it dalaşının içinde olacak.

Devrimci Alternatif

Türkiye ve Kürdistan’ın barış, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm güçleri bu mücadelede taraf olmak zorundadırlar. Ve bu güçlerin karşısında bir değil üç güç birden olacaktır. Düşman güçler aralarında dalaşırken sınıf ve halk güçlerine karşı birleşeceklerdir. Her türlü zor ve şiddete baş vuracaklardır. Bu nedenlerden dolayı söz konusu sınıf ve halk güçleri devrimci alternatifi oluşturmak ve sermayenin en gerici, en saldırgan güçlerine karşı onlarla çıkarları çelişen en geniş muhalefet güçlerini birleştirmek zorundadırlar. Bu güç bugün “Demokrasi İçin Birlik” çerçevesinde en geniş bileşimi içerebileceği ve bileşenlerin üzerinde uzlaştıkları bir demokratik kuruluşu hedefleyeceği gibi, kapitalizmin sınırları çerçevesinde gerçek çözümlere ulaşılamayacağını savunan güçlerin, devrimci, sosyalist ve komünistlerin bir yandan demokrasi mücadelesine içinde ve en önünde konum alarak güç verirken, asli görevlerine yönelik mücadeleyi örmeyi, “Devrim Cephesi” inşa etmeyi içermelidir. Bizler, ülkenin sınıfsal ve toplumsal sorunlarının, uluslar sorunu da dahil, ancak sosyalist bir Türkiye’de çözülebileceğini bilen güçleriz. Bu mücadelenin de Türkiye işçi sınıfı ve devrimci hareketi ile Kürt özgürlük hareketi güçlerinin ortak mücadelesi ile sonuç alacağını görmek, Türk ve Kürt halklarının savaş kardeşliğini yaşama geçirmek tüm Türkiyeli devrimci sınıf güçlerinin ikircimsiz almaları gereken konumdur. Kürt halkının ulusal demokratik özgürlük mücadelesini emperyalizmin güdümünde göstermek isteyen, bizlerin arasına nifak sokmak isteyen emperyalist güçlerin ve Türk devletinin politikasıdır. Bu oyunu bozmak da Türkiye’nin sınıf güçlerine ve devrimci hareketine düşüyor.

Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri, Kürt ulusal demokratik özgürlük hareketi ile birlik halinde ortak stratejiler geliştirebilir düzeye ulaştıklarında, Türk sermaye devletinin ve AKP-Saray Rejiminin maceralarına son verme olanağımız olacaktır. Kolay olmayan bu görevi başarmayı öne almalıyız. Zoru başarmak bize özgüdür.