TKP Türkiye’nin en eski partisidir. 10 Eylül 1920’de kurulmuştur. Kurucu Genel Başkanımız Mustafa Suphi yoldaş, kurucu Genel Sekreterimiz Ethem Nejat Yoldaş, aralarında Merkez Komitesi üyelerimiz de olan toplam 15 yoldaşımız, 28-29 Ocak 1921 gecesi Türkiye burjuvazisi tarafından Karadeniz’in derin sularında hançerlenerek, boğularak katledildiler. Halbuki Mustafa Suphi ve yoldaşları Ankara’ya Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Toplumsal Kurtuluş aşamasına yükseltmek için, bizzat emperyalizm ile savaşın içinde yer almak için gidiyorlardı. Komünist gruplar Anadolu’da ve Trakya’da Silahlı Birlikleri ile emperyalizme karşı savaşıyorlardı. Ankara henüz düzenli ordusunu kuramamıştı. Onları davet eden Birinci Meclisin Başkanı Mustafa Kemal idi. Birinci Meclis Gizli Tutanakları ile devlet arşivinde bulunan belgeler bu cinayetin kararının nasıl ve kimler tarafından verildiğini apaçık gözler önüne seriyor.
TKP önderlerinin katledilmesini partimizin 12 Eylül 1922 yasaklanması izledi. Bu yasak o gün bugündür sürmektedir. Kemalist burjuvazi TKP’nin etkisinden o derece rahatsız olmuştur ki, henüz partimiz yasaklanmadan, ama Mustafa Suphi ve yoldaşları katledildikten sekiz buçuk ay sonra, 18 Ekim 1920 tarihinde Mustafa Kemal’in emriyle, içinde kendisinin de bulunduğu ve en önemli kurmaylarının yönetiminde resmi ve sahte “TKP” adı altında parti kurdular. Bu parti işlevini yerine getirdikten sonra 9 Eylül 1923’te aynı kadrolar ile CHP’yi kurarak Türkiye’yi bugünlere taşıdılar. CHP’yi kurduktan sonra, aslında 23 Nisan 1920 tarihinde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni 29 Ekim 1923’te bir daha kurarak Ulusal Kurtuluş Savaşında elde edilen tüm kazanımları tek tek yok ederek ırkçı, milliyetçi ve dinci Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Birinci Meclisin yaptığı 1921 Anayasa’sını iptal edip 1924’te yeni bir Anayasa yaptılar. Bu Anayasa özü ve niteliği itibarıyla günümüze kadar gelmiştir.
“Türk-İslam Sentezi”; TKP önderlerini katleden, TKP’yi yasaklayan, Kürt ulusunu yok sayan ve imha etme politikası izleyen, Alevi inanışını yasaklayan ve Sünnileştirmeye çalışan, Rumları, Ermenileri, Süryanileri, Ezidi ve Keldanileri katleden, yaşadıkları topraklardan süren anlayışın adıdır. Türkeş’in, Bahçeli’nin veya Erdoğan’ın icadı değildir. Türkiye Cumhuriyetinin Kemalist doktrinidir.
Partimizin kuruluşunda onaylanan Birinci Programı “Amele ve Rençber Şuralar Cumhuriyeti” (İşçi ve Köylü Sovyetleri Cumhuriyeti) ön görüyordu. Bu amaç Anadolu ve Trakya halkları arasında derin bir sempati uyandıran Rusya’da 1917 yılında gerçekleşen Büyük Ekim Devrimi’nin etkisini gösteriyordu. Burjuvazi bu amacın halklar tarafından benimsenmesinden ürktü. Önce komünistleri sonra da Kurtuluş Savaşı’na bizzat katılarak destek veren halkların ulusal, dinsel, kültürel ve mezhepsel değerlerini hedef alıp etkisizleştirmeye çalıştı.
Günümüz Türkiye devleti bugün aynı sorunlarla karşı karşıya. 1920’lerden itibaren yok etmeye çalıştığı siyasal, ulusal ve toplumsal güçlerle savaşıyor. İşçi sınıfı, Kürt ulusu, Alevi toplumu başa çıkamadıkları ve düşmanlaştırdıkları hedeflerin başında geliyor. Bu sorunların hiç biri TKP’nin Birinci Programı’nda öngörüldüğü gibi çözülmediği için devlet baskısı, yasakları ve terörü ile çözülmeye çalışılıyor. Neki, böyle bir çözüm mümkün değildir.
***
100 yıl sonra bugün, özellikle güncel olarak içinde yaşadığımız COVİD-19 salgını süreci bahane edilerek sermaye güçlerinin ve onların politik temsilcileri olan iktidarın işçi sınıfına, emekçilere ve yoksul halklara yönelik saldırıları artıyor. Sermaye güçleri kendi yarattıkları ve içinden çıkamadıkları sorunların bedelini işçi sınıfına, emekçilere, yoksullara ödetmeye çalışıyor. Sermayenin ve onun iktidarlarının devlet politikası haline gelen bu yönelimleri yine işçi sınıfı, tüm emekçiler ve yoksul halklar tarafından geri püskürtülecektir. Egemenler açısından artık minare kılıfına sığmıyor. Ne kadar zorlasalar da, halkların milli ve dini hassasiyetlerini ne kadar sömrüp kötüye kullanmaya çalışsalar da nesnel olarak uzatmaları oynamaktadırlar. Ülkede baskı ve terörün de etkisiyle, ama en başta kirli milli ve dini propagandalar ile ezilen, sömürülen milyonların çok uzun bir süre oyalanması ve kandırılmaya devam edilmesi mümkün değildir. Bu tür süreçler hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir anda toplumsal tepki olarak dinamik patlamalar yaratır. Bir anda egemenlerin güvendikleri tüm dağlar çöker ve toplumda bir devrimci alt-üst olur yaşanır.
- Türkiye kapitalizminin ekonomik krizinin yükünü işçi ve emekçiler çekmeyeceklerdir. Kendi çürümüşlüklerini salgını neden göstererek hedef şaşırtmaları kabul edilmeyecektir. Ekonomik krizin nedeni salgın değil Türkiye ekonomisinin yapısal niteliğidir. İşçi sınıfı ve emekçiler sermaye düzenine gerekli yanıtı çok ağır olarak vereceklerdir.
- Kürt halkına karşı yürütülen savaş son bulmalıdır, Kürt ulusal sorunu politik olarak ele alınmalı ve Kürt halkının demokratik, kültürel, siyasal hakları tanınmalıdır. Kürt halkı tüm baskı ve teröre rağmen bu uygulamalara boyun eğmeyecek ve özgürlüğü için insiyatif kullanacaktır.
- Alevi toplumunun, Ezidi, Süryani, Keldani, Ermeni, Rum ve diğer inançların eşit haklı ibadet hakları sağlanmalıdır. Söz konusu toplumlar asimile edilmeyi kabul etmeyecekler ve kültürlerine sahip çıkacaklardır.
- Irak, Suriye, Libya,’da sıcak savaş, Akdeniz ve Ege’de savaş senaryolarına son verilmelidir. Komşu ülkeler ile barışçıl bir dış politika geliştirilmelidir. Ülkenin barış ve demokrasi güçleri savaş, işgal ve terör politikalarının karşısında bir set oluşturmaktadırlar.
- Ülkenin doğasının rant ve kazanç amaçlı sermaye projeleri uğruna tahrip edilmesi engellenmelidir. Halklarımızın yaşam alanları savunulmalıdır. Doğanın dokusunu değiştiren HES, JES ve doğayı tahrip ederek kurulan RES talanı durdurulmalıdır. Tüm demokrasi güçleri, HES, JES ve RES mağduru başta köylüler olmak üzere halklarımızla, haklı direnişlerinde omuz omuza mücadele etmektedirler ve bu sürecektir.
- Kadınların eşit haklı ve özgür yaşamı savunulmalı, şiddet, taciz ve tecavüzcüler en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Toplumun geniş kesimleri yüz kızartıcı insanlık suçları ve kadınların çifte sömrüsüne karşı olan duyarlılıklarını eyleme çevirmektedirler ve bu direniş dalga dalga yayılmaktadır.
80 milyon nüfuslu Türkiye’de işsiz sayısı 25 milyona yaklaşmaktadır. İşsiz kaydı olmayanlar hesaba katıldığında bu rakam 40 milyonu aşmaktadır. Nüfusun yarısına tekabül eden bu oranı hiç bir ülkenin ekonomisi kaldıramaz. Bu yetmiyormuş gibi, sigortalı ve sosyal güvenceli olarak çalışanların sayısı sadece 20 milyondur. Türkiye’de sendikalı işçi sayısı sadece toplam 2 milyondur. Halbuki her işçinin sendikalı olması haklarını savunmak ve koruması için en doğal hakkı olmalıdır.
Yaklaşık 10 milyon işçi ve emekçi de sigortasız ve sosyal güvencesiz çalıştırılmaktadır.
Türkiye’yi “kıskanan” Almanya’da asgari ücret 1.800 Avro, yani 15.642 TL’dir. Türkiye’de asgari ücret ise 2.943 TL’dir. Et ve süt ürünleri fiyatları da Türkiye bir tarım ve hayvancılık ülkesi olmasına rağmen Almanya’nın çok üstündedir. Türkiye halkları bebek ve çocuklardan başlamak üzere beslenme sorunuyla karşı karşıyadır. TÜRK-İŞ verilerine göre Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırının altındaki nüfusun sayısı 65 milyon kişidir.
Üç bir yanı denizlerle çevrili ülkemiz balık ithal eder duruma gelmiştir. Taban fiyatları düşürülmekte, yabancı tohum şartı koşulmakta, buğdaydan ete, kuru fasulyeden samana kadar ülkemizde bolluk içinde yetişecek tarımsal ve hayvani ürünler yurt dışından ithal edilmekte, tarım ve hayvancılık yok edilmektedir. Çiftçimiz, köylümüz açlıkla karşı karşıyadır.
Sadece bu sayılar dahi ülkemizin ekonomik ve sosyal felaketini yansıtmaktadır. Bir ülke halkının bu koşullarda ilelebet yaşamayı kabul etmesi mümkün değildir.
Yine 80 milyon olan ülke nüfusunun yaklaşık yarısını, 35 milyonunu Kürtler, 30 milyonunu ise Aleviler oluşturmaktadır. Ve Kürt halkının ulusal hakları, Alevi toplumunun ise kültürel hakları yok sayılmaktadır. Ülkedeki yoksulluk ve açlık gibi bu konunun varlığı bir dinamit etkisi yaratmaktadır.
Kapitalist Türkiye Cumhuriyeti Türkiye işçi sınıfının, Kürt ulusunun ve Alevi toplumunun sorunlarını çözemez, ama ön gördüğü gibi onları yok da edemez. Türkiye’nin tüm ekonomik, sosyal, kültürel ve politik sorunlarının çözümü ancak Sosyalist Türkiye’de mümkündür. Emperyalizm ile göbek bağı biçiminde işbirliği içinde olan işbirlikçi tekelci burjuvazinin Türkiye’si yerine TKP’nin güncel program taslağında ön gördüğü “Federatif Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti” kurulmadıkça sorunların hiç biri kalıcı olarak çözülemez ve Türkiye bağımsız bir devlet olamaz. Bu amaca ulaşmak için ise acil olarak ilk aşamada önce insanlık ve halk düşmanı MHP destekli AKP-Saray Diktatörlüğü’nün yıkılması gerekmektedir. Bunu sağlamak için de siyasal anlamda devrimci demokratlar, sosyalistler ve komünistler, toplumsal olarak da işçi sınıfının, köylülerin, Kürt halkının, Alevilerin demokratik ittifakı ve birleşik mücadelesi örülmelidir. Barıştan, emekten, demokrasiden, bağımsızlıktan ve özgürlükten yana tüm güçlerin bugünden bir araya gelerek ortak davranışı ortak hedefe yöneltmeleri aciliyet taşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti devleti fitili henüz ateşlenmemiş bir dinamit üzerinde oturmaktadır. Bu tespit öznel değil nesneldir.
***
Türkiye Komünist Partisi, ülkenin sıraladığımız ve sıralayamadığımız bir dizi sorununun çözümü için nüfusun ezici çoğunluğunun temsilcisi olarak varlığını sürdürüyor. TKP 100 yıldır işçi sınıfının politik öncü örgütü olarak sınıf mücadelesinin bayrağını taşıyor. Bu uğurda binlerce üyesi katledildi, işkencelerden geçirildi, zindanlara atıldı, sürgünler yaşadı. TKP çok ağır bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor. TKP işçi sınıfının partisidir, ancak aynı zamanda tüm Türkiye halklarının çıkarlarının en ateşli savunucusudur, takipçisi ve savaş örgütüdür.
TKP, savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya mücadelesinin Türkiye’deki müfrezesidir. Marks, Engels ve Lenin’in kuramı olan, işçi sınıfının bilimi doğrultusunda mücadele eder. Marksizm-Leninizm’i yaratıcı olarak Türkiye koşullarına uyarlayarak savaşır. Günümüzdeki gelişmeleri, kapitalizmin ömrünü uzatmak için geliştirdiği yöntemleri dikkate alarak savaş politikalarını sürekli yenileyerek uygular. Ama bir şey yapmaz. Marksizm-Leninizm’in temel ilkelerinden, Proletarya Enternasyonalizminden yenilenme adına bir milim taviz vermez. Taviz verirse hiç bir özelliği kalmaz. Onun için revizyonizme, oportünizme ve her türlü sapmaya karşı sağlam teorik ve ideolojik bir duruş sergiler. TKP’nin burjuva devleti tarafından yasaklı olması, çok çeşitli yöntemlerle tasfiye edilmeye çalışılması savaşımını sürdürmesi önünde bir engel değildir. Eğer TKP sınıf düşmanı tarafından bu kadar dikkate alınmamış olsaydı yasaklı olmazdı. TKP önümüzdeki süreçte daha da güçlenecek, etki alanını ve politikaya müdahale etme yeteneğini geliştirecektir. TKP kapitalist sömürü sürdüğü ve işçi sınıfı var olduğu sürece varlığını güçlenerek sürdürecektir. TKP’yi hiç bir güç yok edemez. Türkiye Komünist Partisi’nin 100. Kuruluş Yıldönümü, işçi sınıfımıza, emekçilere ve yoksul halklarımıza kutlu olsun!
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
10 Eylül 2020