Program ve Politika Üzerine (I)

Program ve Politika Üzerine (I)

Komünist Partilerinin tüzüklerinin üyelikle ilgili ilk maddesi “Parti program ve tüzüğünü kabul eden, partinin bir temel örgütünde (hücresinde) çalışan ve aidatını düzenli ödeyen herkes partiye üye olabilir” cümlesini içerir. Bu madde Komintern geleceğine bağlı olan tüm partiler için geçerlidir. Partiye mektup veya günümüzde yaygın olan elektronik posta yoluyla üye olunamayacağı gibi, söz konusu üyelik ilk aşamada bir aday üyelik olarak gerçekleşir ve yeni üyeyi öneren temel parti örgütü, sırasıyla, semt, il, yöre komiteleri ve en sonunda Merkez Komitesi onayı gerçekleştikten sonra aday üyelik sürecini başlatır. Bu ilke sadece illegal mücadeleye zorlanmış partiler için değil, legal mücadele yürüten Komünist Partiler için de geçerlidir.

Alıntı yaptığımız cümleden de anlaşılacağı gibi, partiye üye olmak isteyen kadın veya erkek aday en başta parti programını kabul etmek durumundadır. Parti programı kabul edilmeden, diğer kuralların hiç bir önemi olmaz, çünkü süreç başlatılamaz.

Parti programı, partinin günlük gelişmeler ile ilgili geliştirdiği politik söylemleri kabul etmek ve desteklemekten çok daha derin bir anlama sahiptir. Bugün herhangi bir partinin, herhangi bir konuda takındığı politik tavrı doğru bulabilir ve destekleyebilirsiniz. Ancak o partinin programını incelediğinizde hiç de sizin görüş ve düşüncelerinize beklediğiniz yanıtı vermediğini tespit edebilirsiniz. Sosyal demokrat veya bir sol, sosyalist parti de günlük bir politik konuda sizin düşünceleriniz ile uyumlu bir açıklama yapmış olabilir. Hatta sağ bir burjuva partisi de örneğin ABD emperyalizmi konusunda keskin bir söylem ve açıklama yayınlamış olabilir. Son yıllarda AKP ve MHP de emperyalizm ve faşizm kavramlarını yer yer kullanır oldular. Önemli olan kısa vadeli ve pragmatik taktikler nedeniyle ifade edilen kavramlar değildir. Veya, sol bir partinin sadece günlük politik konularda yaptığı açıklamalar değildir.

Ayrımı ve farklılıkları tespit etmek için partilerin programları temel niteliği belirleyen belge olarak önem kazanmaktadır. Parti programı ilgili partinin sadece stratejik amacını belirlemek ile sınırlı değildir. Stratejik amacı tarif etmeden önce dünyanın, bölgenin ve ülkenin ekonomik ve politik açıdan analizini ele alır. Güncel ekonomik ve politik analizi tarihsel gelişmelere dayandırır. Tarihsel gelişimi özetler, değerlendirir. Geçmişten bugüne ve güncel olarak var olan durumu tarif ettikten ve değerlendirmesini yaptıktan sonra bu durumun nasıl değişeceği konusunda kendi görüş ve amaçlarını ortaya koyar.

Parti, niteliğine göre, hangi sınıf ve katmanların partisi ise, bu sınıf ve katmanların içinde bulundukları durumu değerlendirir. Ona karşıt sınıf ve katmanlar hakkında analizler yapar. Sınıfların karşılıklı yer alımına, diğer toplumsal sorunlar temelinde çözümlemelerini ortaya koyar. Sınıfsal ve toplumsal amaçları doğrultusunda stratejik amaca giden yolu tarif eder ve bu süreci detaylandırır. Bağlaşıklık ve işbirliği değerlendirmelerini ortaya koyar. Stratejik amaç ile ulaşılması hedeflenen sonucu ortaya koyar. Partinin mücadele ettiği coğrafyada ekonomik, politik ve toplumsal sorunların nihai çözümü için ortaya koyduğu stratejik amaca ulaşmak için güncel görevleri ve onu gerçekleştirecek güçleri belirler. Tüm bunların uluslararası durum ve politikalar ile bağını kurar.

Bir program ana hatlarıyla bu içeriklere sahiptir. Partinin kısa, orta ve uzun vadeli politikaları ile güncel politik söylemleri programı ile uyumludur. Kısacası partinin politikasının temelini program oluşturur.

Programlar çok sık değiştirilip yenilenmezler. O nedenle temel ve genel tarifler içerirler. Ana konularda yaklaşımları ortaya koymak için kimi detaylar ele alınsa dahi, genel anlamıyla daha makro belgelerdir. Öz olarak omurgayı oluştururlar benzetmesini yapabiliriz. Ancak, dünyada, bölgede ve ülkede, niteliksel köklü bir takım dönüşümler ve değişiklikler yaşandığında programların yeniden ele alınması, güncellenmesi ve yenilenmesi gerekli hale gelir.

 

***

 

Türkiye açısından 70’li yılların sonları, 80’li yılların başları bu tür bir değişikliğe tekabül eder. 24 Ocak 1980 Kararları’ı ile başlayan, 12 Eylül 1980 askersel faşist darbesi ile devam eden süreç, 13 Aralık 1983’te Özal Hükümeti’nin kurulması ile somut bir aşamaya yükselmişti. 24 Ocak Kararlarını hazırlama görevi zamanın teknokratı Turgut Özal’a verilmişti. Ekonomik ve dolayısıyla politik yapıda niteliksel değişiklikler içeren bu kararların yaşama geçirilmesi için 12 Eylül diktatörlüğüne ihtiyaç duyuldu. Ve sonunda kararların hazırlayıcısı Özal Başbakan yapılarak 24 Ocak Kararları’nın uygulanması önündeki yol açılmış oldu. Aslında 70’li yıllarda yaratılan faşist terör ve iç çatışmaların tümünün bu hazırlığın bir parçası olduğunu kamuoyu çok sonra anladı. Kemal Türkler dahil, binlerce devrimcinin katledildiği dönem egemen sınıflar tarafından kurgulanmış bir senaryonun yaşama geçirilmesiydi.

12 Eylül 1980 faşist darbesinin gerçekleşmesi, yine egemen sınıfların planları dahilinde olan başka bir olgunun yaşama geçirilmesini sağladı. İşçi sınıfının milyonları kapsayan ve yükselen mücadelesinin bastırılması, sınıfın giderek güçlenen ve yığınsallaşan sendikal ve politik örgütlenmesinin dağıtılması hedeflendi ve sağlandı. Çünkü, bu iki sonuç elde edilmeseydi 24 Ocak Kararları’nın bu ülkede uygulanması mümkün olamazdı.

Adım adım hazırlanan sürecin sonunda Türkiye, devlet sektörü ağırlıkta olan karma ekonomik yapıdan, tamamen özel sektörün kontrolünde olan ekonomik yapıya; ithal ikameci ekonomik politikalardan, dışarıya açılma politikalarına geçiş dahil bir dizi kapitalist sistem içi değişikliklere gidildi. Neo-Liberal politikalar olarak da nitelendirilen bu uygulama değişikliği, bir dizi toplumsal konularda değişiklikler getirdiği gibi işçi sınıfının yapısında da ve sonuçta örgütlenme araçlarında da sonuçlar doğurdu.

Daha sonra araya bir takım duraklamalar girmekle birlikte yönelinen yeni yol uygulamaya devam edilmiş ve 2000’li yıllarda AKP iktidarları ile aynen ANAP döneminde atılan adımlar gibi yaşama geçirilmesi hızlandırılmıştır. Bugün toplumun geniş kesimlerinin “soygun ve talan ekonomisi” olarak adlandırdığı uygulama aslında bunun tam kendisi ve sonucudur.

Türkiye Komünist Partisi bu ihtiyaca yanıt vermek için 1983 yılında gerçekleşen V. Kongre’de yeni bir parti programı onaylamıştır. 1983 ile 2021 arasında neredeyse kırk yıla yaklaşan bir dönemde Türkiye kapitalizminin yapısında tekrar değişiklikler yaşanmıştır. Özellikle 1983’te parti programı onaylanırken henüz daha iktidar olmayan Özal dönemine yönelik temel tespitleri içermekle birlikte, uygulamaların sonuçları ile gelinen aşama o dönemde sadece ön görü biçiminde ele alınabilmişti. O dönem yaşandı, arada kimi tökezlemeler yaşadılar ve fakat AKP dönemi ile birlikte aynı politikaların 2002 yılından itibaren ANAP dönemindeki yoğunlukla uygulanmasına geçtiler. Ektikleri tohumlar kendi açılarından verim vermeye başladı. Özellikle askersel-sanayi kompleksleri alanında emperyalizm ile iş birliği içinde 80’li yıllarla ve 2000’li yıllar öncesi ile kıyaslanamayacak adımlar attılar. Savunma sanayisini geliştirdiler. Türkiye’nin silah ihracatı, 2016-2020 yıllarını kapsayan 5 yıllık dönemde, 2011-2015'e göre yüzde 30 artarken, ithalatı yüzde 59 azaldı. Buna bağlı olarak dış politik yönelimlerde değişiklikler ortaya çıktı. Askersel-sanayi kompleksleri kapitalist toplumlarda onun gelişim düzeyi açısından bir niteliğe işaret eder.

Savunma sanayi dışında farklı sektörlerde de ihracatın artması, ekonomik yapıda bilimsel-teknolojik gelişme, banka ve sigortacılık sektörünün geliştirilmesi, genel anlamda toplumda teknoloji kullanımının artması ve daha bir dizi emare, Türkiye’deki kapitalizmin gelişme düzeyini geçmiş dönemlere oranla ilerletmiştir. Her değerin parayla ölçüldüğü bir toplumsal sistemde ekonomik olarak kendi çıkarlarına olduğu için ithalatın artması, aslında ülkede üretilebilecek bir dizi tarım ürününün ithalatına yönelinmesi, işsizliğin, yoksulluğun artması, ne kadar da bu gelişmelerle çelişki gibi gözükse de, kapitalizmin doğal sonuçları olduğunu değerlendirmemiz gerekir. ABD dünyanın en güçlü ekonomisi ve devleti olarak nitelendirilirken, okuma yazma ve eğitim oranından, işsizlik ve yoksulluğa kadar bir dizi konuda nüfusuna oranla en büyük sayıları bünyesinde barındırıyor. Demek ki tek başına işsizlik ve yoksulluk kapitalizm için kendi açısından olumsuz değerlendirilecek bir veri değildir.

Bu gelişmelere koşut olarak işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi, emekçilerin, öğretmenlerin, mühendis, mimar, hekim ve avukatların, teknik elemanların, köylülerin, işsizlerin, emeklilerin, kadın ve gençlerin demokratik, ekonomik ve sosyal örgütlenme biçimlerinde değişiklikler yaşanmıştır.

 

***

 

Bütün bu veriler Türkiye Komünist Partisi programı açısından ele alınması gereken temel verilerdir.

Ancak konu sadece bununla sınırlı değildir. İşçi sınıfının sendikal hareketi, demokratik yığın hareketleri 12 Eylül faşist darbesinden sonra gerilemişken, devrimci örgütlenmeler dağıtılırken 1983 yılından itibaren fiilen atılım içine giren bir Kürt Özgürlük Hareketi sürece damgasını vurmuştur. Ciddi bedel ödenerek yürütülen Kürt özgürlük mücadelesi 1983’den günümüze kadar kendi içinde ideolojik ve politik bir dizi değişiklik yaşamıştır. Ama aynı zamanda öncü savaş yürüten dar bir Marksist-Leninist örgütlenmeden, Kürt halkının tüm işbirlikçi olmayan sınıf ve katmanlarını içeren, geniş, yığınsal bir hareket haline gelmiştir. Sadece Kuzey Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın dört parçasında etkisi olan bir güce yükselmiştir. Bölgede yürüttüğü mücadele ve üstlendiği rol ile uluslararası alanda dikkate alınır bir nitelik kazanmıştır.

Kürt özgürlük mücadelesinin ulaştığı nitelik aynı zamanda kuruluşunan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin temel politikalarını tekrar sorgulamayı gerektirmiştir. Başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere, uluslar sorununun, başta Alevi toplumunun olmak üzere, dinler ve mezhepler sorununun ağırlıkları gündeme oturmuştur. Türkiye Cumhuriyeti en başta TKP olmak üzere komünistlere, Türk ulusu dışındaki uluslara, din ve mezheplere karşı inkar ve imha politikaları izlemiştir. Günümüzde de aynı nitelikte süren bu sorunlar ele alınmadan ve Kemalizm olarak nitelenen TC’nin politik doktrini ile kopuş yaşamadan devrimci bir politikanın geliştirilemeyeceği bu süreçlerde bir kez daha ortaya çıkmış ve komünist hareketin Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlinden sonraki politikalarının da, Kemalist eğilimlerin varlığının da sorgulanmasını gerektirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Ortadoğu’ya yönelik politikaları da bu süreç içinde değişikliklere uğramıştır. Cumhuriyet kurulduğundan beri doktrini durumunda olan bir dizi yönelimleri pratik politik düzeye yöneltmiştir. Sadece Ortadoğu’da değil, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’da, hatta Balkanlar’da savaşçı ve sömürgeci bir politikanın uygulanmasını yürütmeye başlamıştır. Türkiye bölgede, hem de geniş bir bölgede kendine yeni amaçlar biçmiştir. Bu yönelim ülkenin son 40 yılda geçirdiği ekonomik ve politik evrim ile birlikte ele alındığında Türkiye Komünist Partisi programı açısından çıkarılması gereken sonuçları içerir.

Kısacası, 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki gelişmeler Türkiye ve bölge açısından değerlendirilerek gerekli sorunların programatik olarak çıkarılması dayatmaktadır.

 

***

 

Konu sadece Türkiye ve Bölge ile ilgili değildir. 80’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nde yaşanan karşı-devrim ve onun Dünya Sosyalist Sistemi’nin dağılmasına varan sonuçları uluslararası politik değerlendirmeler açısından niteliksel önemdedir. Bu noktada iki ayrı konunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Birincisi; Sovyetler Birliği’ndeki karşı-devrim nasıl ve neden gerçekleşti? Bu sonuca giden süreçler nasıl değerlendirilmelidir? İkincisi; Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada uluslararası politik durum nasıl değerlendirilmeli ve bundan kendimiz açısından nasıl sonuçlar çıkarmalıyız? Sınıfsal olarak karşılıklı yer alımın ortadan kalktığı iki kutuplu bir dünyada, bunun yerine nasıl bir gelişme olmuştur? Sovyetlerin ortadan kalkmasının ilk yıllarında yaşanan karmaşık süreçler 2000’li yıllardan itibaren netleşmiş ve dünyada, uluslararası alanda yeni bir durum ortaya çıkmıştır.

Dünyada bir de Çin Halk Cumhuriyeti gerçeği vardır. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan ve önümüzdeki yıllarda ABD ekonomisini geçeceği ön görülen ÇHC’nin niteliği nedir, uluslararası politik arenada nasıl değerlendirilmesi gerekir? Bu soruların yanıtı verilmeden yapılacak her uluslararası politik değerlendirme eksik kalacaktır.

Sırladığımız konular değerlendirilmeden ne Bölge ne de Türkiye açısından doğru sonuçlar çıkarmak mümkün değildir. Tüm bunların sonucunda Türkiye Komünist Partisi programı stratejik amacını nasıl gerçekleştireceği konusunda tespitler ortaya koymak ve devrimci süreci bütün bu gelişmeler ve değişiklikler ışığında yeniden tarif etmek zorundadır. Çünkü, yazının en başında değindiğimiz gibi, parti programının günlük yaşamda ve mücadeleler içinde uygulanacak politikaların geliştirilmesinde belirleyici temel özelliği vardır. Bu konuları ele almayı yazımızın ikinci bölümüne bırakalım.