Sendikalarda Örgütlenmenin Anahtarı

Sendikalarda Örgütlenmenin Anahtarı

Tofaş İşçileri grevde

Güncel anlamda sendikal hareket içinde önemli deneyler yaşıyoruz. Komünistlerin sendikalarda çalışmaları üzerine bir takım ilkeleri hatırlamadan önce hatırlamak için, Türkiye’de sendikal hareketin durumu ile ilgili tabloya bir göz atmamız gereklidir.

Önce şu gerçeğin altını çizelim. Bugün var olan DİSK, 1980 öncesi, hatta 1977 öncesi DİSK değildir. Bu kesin bir olgudur. Eğer bu tespiti doğru olarak yapmazsak yanlış çalışma yöntemleri geliştiririz. DİSK’in eski DİSK olmamasının sebeplerini biraz açalım. Birincisi; 1977 DİSK kongresi ile DİSK yönetimindeki sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışı tasfiye edilmeye başlanmıştır. İkincisi; Kemal Türkler’in 1980 Temmuzunda katli bir tesadüf değildir. Devlet, bu cinayet ile 12 Eylül öncesi hazırlıklar kapsamında, planladığı 12 Eylül darbesi sonrasında sınıfın direnişini kırmak için önlem almıştır. Üçüncüsü; 12 Eylül sonrası direniş gösterilmemesi ve sendika yöneticilerinin yurt dışına çekilmesi olumsuz bir etmen olmuştur. Sınıf başsız kalmıştır. Düşünün ki, bir takım zaiyatlar verilse ve bedeller ödenmek zorunda kalınsaydı dahi, eğer Maden-İş’in yöneticileri direnişe öncülük ederken gözaltına alınıp, işkence edilip, tutuklansalardı dahi, sendikalı işçilerin tepkisi nasıl olurdu ? Dördüncüsü; Fabrikalarda ve dolayısıyla sendikalarda partinin 12 Eylül öncesi örgütlülüğü bugün yok. Bunda, “üçüncü” nedenin de büyük payı var. Beşincisi; bütün bu gelişmelerin sonucunda 12 Eylül diktatörlüğünün ve onu takip eden Özal döneminin tahribatları. DİSK’in 12 Eylül diktatörlüğü tarafından yasaklanması nedeniyle sendika üyelerinin Türk-İş’e geçişi örgütlenmiştir. Hak-İş 1984 yılında tekrar faaliyetlerine başlamış ve sistemli bir şekilde geliştirilmiştir. DİSK’in yeniden açılması 1992 yılıdır. 12 yıllık bir kayıp, direnmeme ve yurtdışından 1991’den itibaren dönen sendika yöneticilerinin ideolojik olarak eski bakış açılarını yitirmiş olarak dönmüş olmaları DİSK’in bugüne kadar toparlanamamasında önemli bir etken olmuştur.

Ancak, en önemli etken, bu dağılmanın DİSK’ten başlaması değil, partinin likidasyon sürecine doğrudan bağlı olmasıdır. Parti likide edildiği için, sendikal alanda da çalışmalar dumura uğramış, meydan sosyal demokrat eğilimli sendikacılara kalmıştır. Bugün DİSK’i sadece adından ve geçmiş mücadele dönemlerindeki rolünden dolayı eski DİSK olarak görme istemi yanıltıcıdır. Yukarıda sıraladığımız nedenlerin dışında, egemen sınıfların 12 Eylül döneminde çıkarttıkları yeni sendikalar yasası ile iş ve çalışma yaşamında geliştirdikleri işçi düşmanı yasalar DİSK’in örgütlenmesinin önünde ayrı bir engel de oluşturmaktadır. Ülkede toplam işçi sayısına göre sendikalaşma oranı çok düşüktür. Bu sorunlar aşılamayacak sorunlar değildir. Fakat, bu sorunları aşmanın birinci koşulu DİSK ve DİSK’e bağlı işkolu sendikalarının sınıf ve kitle sendikacılığı temelinde yeniden oluşumunun sağlanmasıdır. Bunun başarılmasının ön koşulu da partinin fabrikalarda, tersanelerde, banka ve sigortalarda, atölye ve tezgahlarda örgütlülüğünün gelişmesidir.

Renault işçileri direnişteBuraya kadar DİSK’e yönelik durumu tespit etmeye çalıştık. DİSK dışında Türk-İş, Hak-İş ve Bağımsız işkolu sendikalarının varlığını ve önemini de kesinlikle ikinci plana itmememiz gerekiyor. Bugün işçilerin çoğunluğu Türk-İş ve Hak-İş’te örgütlüdür. Bu iki sendikal konfederasyon da hepimizin bildiği gibi egemen sınıfların iktidarının güdümündedir. Bu durumda ne yapılması gerekmektedir ? Sadece DİSK’e yoğunlaşıp, DİSK’i geliştirip, üyesi işkolu sendikalarının üye sayısının ve yetkili işyerlerinin artırılmasını mı hedeflemeliyiz ? Sendika yönetimleri üye sayılarının artırılması ve yetkilerin artırılması konusuna ne kadar sıcak bakıyorlar ? En son Soma’da yaşananlar, Metal iş kolunda yaşananlar, bunun pek de öyle olmadığını gösteriyor. Ancak, bu sorunlar da aşılabilir. Bunun ise tek yolu vardır. Partinin tek tek iş kollarında önemli fabrika ve işletmelerde kendi parti örgütleri vasıtasıyla örgütlenmesi. Fabrika ve işyerlerinde yürütülecek sendikal çalışmada parti politikaları ve partinin sendikalarda çalışma ilkeleri doğrultusunda bir anlayışın yeniden gelişmesi. Tabandan geliştirilecek bu tür bir çalışma DİSK’e bağlı işkolu sendikalarının şube, bölge ve akabinde genel yönetim kurullarında yönetici bileşiminin yeniden değişmesini sağlayacaktır. Böylece sınıf ve kitle sendikacılığı DİSK bünyesinde tekrar etkin bir anlayış haline getirilebilecektir. Ne ki, DİSK’e yönelik bu çalışmalar komünistlerin tek çalışma alanı olamaz, olmamalıdır. Partinin örgütlendiği fabrika veya işyerinde Türk-İş veya Hak-İş’e üye bir işkolu sendikası yetkili ise, aynı parti çalışması o sendikaların yetkili olduğu işyerlerinde de uygulanmalıdır. Eğer, tüm çalışmalara rağmen, sendikalar işçilerin istemlerine yönelik politikalar geliştirmezlerse, bu sendikalara üye işçiler başka bir sendikaya üye olup, o sendikanın o işyerinde yetkilendirilmesi için mücadeleye girişirler. Ülke işkolu barajlarının olması, birden fazla işyerinde aynı durumla karşılaşıldığında, gerekli barajın aşılmasını sağlayacak üye sayısına ulaşmayı da beraberinde getirecektir. Yasal anlamda bu konuda engeller çıktığında ise, bu yasalar işçilerin mücadeleleri ile direnişleri ile değiştirilebilecektir. İşte, örneğin DİSK gibi bir konfederasyonun ve üye sendikalarının yönetimlerinin de böyle bir aşamada, bu tür bir mücadeleye hazır olmaları gerekmektedir.

Parti, öncelikle fabrika ve işyerlerinde işçiler arasında örgütlenir. Bu örgütlenmenin sendikal çalışma ile aynılaştırılmaması gerekir. Parti çalışması farklı bir çalışmadır. Ancak, parti çalışması, fabrika ve işyerlerinde, işçilerin, çalışanların, ekonomik ve sosyal haklarının iyileştirilmesi mücadelesinde sendikal çalışma ile bağlanır. Bu durumda fabrika veya işyerindeki parti örgütü de, aynı işyerindeki sendikal örgütlenme konusunda politika ve çalışma geliştirir. İşyerindeki en geniş işçi kitlesini sendikal alanda bu çalışmalara katılmaları için teşvik eder, sendikal örgütlenmede rol üstlenir. O işyerindeki söz konusu sendika gerici bir sendika da olabilir. Bu komünist partisinin çalışması için bir engel değildir.

Bu aşamada Lenin’e dönelim; “ (…) Ama biz, mücadeleyi, işçi aristokrasisine karşı mücadeleyi, işçi yığınları adına, bu yığınları kendi tarafımıza kazanmak için yaparız; işçi sınıfını kendi yanımıza çekmek için oportünist ve sosyal-şoven liderlerle savaşırız. Bu kadar açık ve belli bir ilkel gerçeği görmemek saçmalık olur. Sendika yönetici çevrelerinin gerici ve karşı-devrimci zihniyetinden, komünistlerin sendikalardan çıkmaları gerektiği !! ve sendikalarda çalışılmaması !! sonucuna varan ve kendi k e ş i f l e r i !! olan yeni işçi örgüt biçimleri yaratmak isteyen ‘sol’ Alman komünistleri işte bu hatayı işliyorlar. Bu, burjuvaziye hizmet etmeye eşit affedilmez bir saçmalıktır. Çünkü, bizim menşeviklerimiz, sendikalardaki bütün oportünist, sosyal-şoven ve kautskici liderler gibi ‘burjuvazinin işçi hareketi içindeki ajanlarıdırlar’ (bizim, menşevikler için her zaman dediğimiz gibi), ya da Daniel de Léone’un Amerikalı taraftarlarının güzel ve son derece doğru deyişiyle ‘kapitalist sınıfın işçi kahyalarından’ (labour lieutenants of the capitalist class) başka bir şey değillerdir. Gerici sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri olan işçi yığınlarını, gerici liderlerin etkisine, burjuvazi ajanlarının, aristokrat işçilerin ya da burjuvalaşmış işçilerin etkisine terketmek demektir (bu konuyla ilgili Engels’in Marx’a İngiliz işçilerinin durumuyla ilgili mektubuna başvurunuz, 1858).

Komünistlerin gerici sendikalara katılmamasını savunan gülünç ‘teori’, ‘sol’ komünistlerin ‘yığınlar’ üzerinde etki sorununu nasıl hafiflikle ele aldıklarını ve bu yüzden ‘yığınlar’ kelimesini nasıl kötüye kullandıklarını gösterir. ‘Yığınlara’ yardımcı olabilmek için, onların sevgisini kazanabilmek için, davaya katılmalarını ve desteklerini sağlayabilmek için, oportünist ve sosyal-şoven olarak, çoğunlukla doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak burjuvaziyle ve polisle bağlantıları olan ‘liderlerin’ önümüze çıkaracakları güçlüklerden, başvuracakları hilelerden, kuracakları tuzaklardan, hakaretlerden, baskılardan yılmamak gerekir. Ve mutlaka yığınların olduğu yerde çalışmak gerekir. Asıl, kurumlarda, derneklerde, örgütlerde, proleter ya da yarı-proleter yığınların bulunduğu her yerde (bunlar en gerici eğilimde olsalar bile) yöntemli, azimli, inatçı,ve sabırlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla bütün fedakarlıkları göze almak, en büyük engelleri göğüslemeyi bilmek gerekir. Sendikalar ve (bazı durumlarda) işçi kooperatifleri ise, yığınların bulunduğu örgütlerin ta kendileridirler. (…)” ( V.I.Lenin “Sol” Radikalizm, Bir Çocukluk Hastalığı, Tüm Eserler C.31, S.37-38, Almanca )

Lenin’in yazdıkları bugün de geçerlidir ve günümüzde gerici sendikalar içinde çalışmanın tereddütlerine karşı somut ve yol gösterici bir ifadedir. Gerici sendikalarda çalışmak veya Lenin’in sendika aristokrasisine karşı mücadele adı altında yaptığı yönlendirme önce sendika tabanında, üyeler arasında sabırlı ve planlı bir parti çalışmasını gerektirir. Bu çalışma işçi semtlerinde de yürütülmelidir. İşçi semtlerinde yapılan çalışmalar, işçilerin çalıştığı işyerlerine ulaşma olanağı sağlar.

Somut olalım. Soma madenlerinde, Renault, Tofaş, Arçelik, Türk Traktör, BMC, Vestel, Migros, THY Teknik, v.b. fabrikalarda, demir-çelik işletmelerinde, belediye ulaşım sektöründe, market ve mağazalarda tabanda bu tür bir çalışma yapılmadan sonuç alınması mümkün değildir. Bankalar ve sigortalar, bilişim sektörü, çağrı merkezleri, günümüzde aşırı önem kazanmış iş kollarıdır. Bu işkolları için özel çalışma planları geliştirilmeden başarı elde edilemez.

Bu çalışmalar yürütülürken karşımıza yeni sorunlar, engeller çıkıyor. Genellikle sendikaların başına çöreklenmiş yöneticiler, sendika yönetimlerinde oluşturdukları dengelerin bozulmasına pek sıcak bakmıyorlar. Çok işçinin çalıştığı bir fabrikada veya işyerinde örgütlenmek sendikayı güçlendirir ama sendika yönetimlerinde de her düzeyde yeni örgütlenen işçilerin temsilini gerektirir. Sendika kongrelerinin delege bileşimlerini ve dolayısıyla yönetim bileşimlerini değiştirir. Sendikacılığı bir meslek ve ekmek kapısı haline getirmiş yöneticiler doğaldır ki bu gelişmeleri engellemeye çalışırlar ve çalışıyorlar da. Konumlarını korumak için önce ilgili yeni örgütlenme alanlarına, ilgili şubelere kendi elemanlarını yerleştirmeye çalışıyorlar, bu çabada başarılı olamazlar ise de yeni örgütlenmelerden, yetki mücadelelerinden vaz geçiyorlar. Son birkaç yılda bunun onlarca örneği ile karşılaştık. En son Dev-Maden-Sen kongresinde Soma işçilerinin delege yapılmaması veya Renault direnişi sonucunda yeni kurulan Birleşik Metal-İş Bursa 5 Mayıs Şubesi’nin önüne farklı engeller çıkarılmasının altında yatan neden budur. Bu ve benzeri engellemeler sadece burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Ne ki, bu engelleri aşmak komünistlerin, Türkiye Komünist Partisi’nin görevidir. Varlık nedenimiz bu sorunları çözmek ve geniş işçi-emekçi yığınlarını sınıf mücadelesine kazanmaktır. Bu alanda da adım adım gelişmeler kaydedebildiğimizi, ancak henüz önümüzde yapılacak çok daha fazla görev olduğunu bilerek, sabırlı, planlı, programlı parti çalışmalarını fabrika ve iş yerlerinde geliştirmeyi öne alıyoruz. Bilen yoldaşın zamanında tespit ettiği gibi “fabrikalar partimizin kaleleri olmalıdır” ve olacaktır da.