Türkiye’nin Güncel İç ve Dış Politikası ile Olası Gelişmeler ve Çıkış Yolu

Türkiye’nin Güncel İç ve Dış Politikası ile Olası Gelişmeler ve Çıkış Yolu

Son birkaç yılda ülke politikalarında ciddi değişikliklere bağlı “yenilikler” yaşanıyor. Çok fazla geçmişe girmeden sadece birkaç anımsamada bulunalım.

Erdoğan ile Fethullah ilişkileri. Erdoğan ile Ergenekoncuların aralarındaki ilişki. Suriye - Türkiye, Erdoğan - Esad ilişkileri. Türkiye Cumhuriyeti - Kürt Özgürlük Hareketi ilişkileri. Türkiye Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ilişkileri. Türkiye - Irak, Erdoğan - İbadi ilişkileri. Erdoğan - Trump, TC - ABD ilişkileri. Türkiye - AB ilişkileri.

Bu yazımızda söz konusu konuların gelişiminin ayrıntısına girmeyeceğiz. Türkiye ve bölge politikalarını yakından izleyen herkes bu konularda yaşanan değişiklikleri bizzat gün be gün yaşayıp takip ettiler.

Bizce değinilmesi gereken güncel olarak gelinen durumun ve ileriye yönelik olası gelişmelerin ön görülüp değerlendirilmesidir.

Durum nedir?

Kol kola ve omuz omuza yürüyen, 2001 ile 2011 arasında her plan ve icraatı birlikte yürüten Fethullah-Erdoğan ortaklığı düşmanlığa dönüşmüş ve bu durum sürmektedir. Erdoğan-Fethullah ortaklığı ile tepelenmeye çalışılan Ergenekoncu güçlere Erdoğan biat ederek mecburiyetten ikinci bir “cankurtaran” ilişkisine girmiştir. “Katil” olarak nitelenen Esad ile Soçi’de fiilen diyalog başlamıştır. Barzani ile kurgulanan strateji boşa çıktığı için Kürt Özgürlük Hareketi ile dolaylı veya dolaysız yeni bir diyalog başlatmanın arayışları sürdürülmektedir. Rusya Federasyonu ile kopma noktasına gelen ilişkiler, özellikle 15 Temmuz Darbesi vesilesiyle “cankurtaran” niteliğine dönüşmüştür. “Benim dengim değil” diyerek görüşme talebi reddedilen İbadi ile şimdi yakın bir ilişki geliştirilmiş, Barzani’ye karşı ortaklık kurulmuştur. TC-ABD ilişkileri temelde korunmakla birlikte diğer sayılan konulara bağlı olarak karşılıklı bir test etme sürecine geçmiştir. ABD’nin bölgede yaptığı stratejik planın başarıya ulaşmaması ile doğan yeni denge ve işbirlikleri ile Türkiye’nin üstlenmeye çalıştığı rol çıkar çelişkilerini artırmaktadır. ABD-AB arasında olan rekabet, Türkiye’nin bölgede üstlenmeye çalıştığı rol ile kimi dönemlerde Türkiye-AB rekabetinde keskinleşmeler yaratmaktadır.

Bütün bunlar yaşanan gerçekler. Bundan sonra ne olacak? Soru bu. Görünen o ki, TC, Rusya ve İran ile Ortadoğu’da birlikte davranıp, Suriye ve Irak’ta yaşanan savaş ortamına müdahil olmaya çalışıyor. Burada SDG’nin ABD ile girdiği askeri anlaşma Rusya’nın da bölge politikalarına uygun düşmüyor. Onun için Rusya muhakkak Türkiye’yi Kürt Özgürlük Hareketi ile bir noktada uzlaştırmak zorunda. Bu sadece Rusya’nın öznel gereksinimi değil. Kürt halkı, dört parçada ve Ortadoğu ateşinin de tam merkez noktasında bulunmakla gerçekten bir kilit vazifesi görüyor. ABD’nin SDG’ye yaklaşımı sadece onları “paralı asker” gibi görmesinden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda Kürt güçlerini kendi bölge stratejilerinin içine alarak sonuç almaya yöneliyor. Rusya’nın Kürtlere karşı bugüne kadar izlediği ikircimli ve güven telkin etmeyen tavır zorunlu olarak onları ABD ile askeri işbirliğine yöneltti. Bu askeri işbirliğinin siyasal stratejik bir işbirliğine dönüşüp dönüşmemesi tamamen Rusya, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin yaklaşımı ile belirlenecektir.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin savunduğu Ortadoğu Konfederasyonu tüm bu güçlerin stratejik işbirliği ile gerçekleşebilecek bir hedeftir. Türkiye’nin bunu genişletilmiş bir Türkiye Federasyonu olarak telaffuz etmesi kuşkusuz ki öz itibarıyla benzer gibi gözükse de aynı niteliği ifade etmemektedir. Buna da tarafların olumlu bakma olasılığı çok azdır. Kısacası Türkiye ya yerinde oturacak ve kendi işine bakacak, diğer taraflar Ortadoğu’da ortak bir çözüm yaratacaklar, ya da Türkiye de böyle bir çözümde eşit haklı bir taraf ötesinde rol üstlenmemeyi hazmedecek.

Durum her nasıl gelişirse gelişsin Türkiye açısından Kürt halkının durumunu dikkate almak ve Kürt Özgürlük Hareketi ile yeni bir düzeyde ilişkilenmek bütün bu konuların çözümünde Türkiye’nin ulusal çıkarlarının da yararına olacaktır. Değilse Türkiye bu sürecin dışında kalacak veya en iyi ihtimalle eleştirel bir tarafı olacaktır. Türkiye bu adımı attığı, Rusya Kürt güçleri ile daha istikrarlı bir ilişki kurduğu ve İran da Kürt güçlerine daha fazla güven verdiği bir ortamda bölge sorunlarına ortak bir çözüm getirme olasılığı ihtimali artacaktır. Çok yönlü bu işbirliğinin sağlanamadığı koşullarda bölge yanmaya devam edecektir.

Kürt özgürlük güçlerine bu işbirliğinde çok belirleyici bir rol düşmektedir. Sadece jeo-stratejik konumlarından değil, aynı zamanda dört parçada demokratik bir düzenin geliştirilmesi konusunda Kürt özgürlük güçleri niteliksel bir sorumluluk taşımaktadırlar. Kürdistan federasyonlarının halk demokrasileri niteliğinde bir politik sürece girmeleri İran, Türkiye, Irak ve Suriye’de rejimlerin demokratikleşmesi ve Rusya’nın da ABD karşısında en azından bölgede daha demokratik bir rol oynamasını sağlayabilecektir. Böylece bölgede ABD’nin planlarını boşa çıkarma olasılığı güçlenmiş olacaktır. ABD’nin bölgedeki siyasi stratejisinin tamamen boşa çıkarılması ise tüm bu tarafların bir Ortadoğu Konfederasyonu mantığı doğrultusunda sorumlu ve kararlı davranmalarına bağlıdır. “Az olsun benim olsun” veya “Bölgede benim tartışmasız etkinliğim olsun, benim dediğim olacak” düşüncesi sonuç getirmeyeceği gibi olası çözümleri de engelleyecektir. ABD Emperyalizminin yeni savaş ocakları yaratmasının önüne geçmek için zamanla Lübnan’ın da bu sürece dahil edilmesi düşünülmelidir.

Böyle bir model, Kürdistan dahil, tüm devletlerin federatif devletler olarak Ortadoğu Konfederal Devletinin bir bileşeni olmaları demektir. Rusya ise bu sorunun çözümüne yaptığı katkı neticesinde bölgede dengeleyici unsur olarak devlet yapılanmasının dışında rolünü oynamaya devam edebilecek ve kendi çıkarlarını da korumuş olacaktır. Bunun karşısında ABD, Alman, İngiliz ve Fransız emperyalistleri savaş örgütleri NATO da dahil bölgeden sökülüp atılabilecek, bölge halkları ve devletlerinin anti-emperyalist, anti-kapitalist, halk demokrasilerine yönelmeleri sağlanabilecektir. Yeni kuruculuğun sosyalizme yönelmesi ise bu süreçlerde komünistler ve diğer sosyalist devrimci güçlerin birliğine, etkinliğine ve öncülüğüne bağlı olacaktır.

Buraya kadar tartıştığımız tablo bölgede ve bölgenin tek tek devletlerinde barış ve kısmi demokratikleşmenin geliştirilebilmesi için bir adım olabilir. Değilse her devlet kendisini haklı ve büyük olarak görüp ve özellikle Kürt halkının olması gereken haklarını inkar etmeye kalkarsa yoksul ve emekçi insan kanı akıtılması, zorunlu göçler ve şehirlerin talan edilip yıkılmasına çanak tutmaya devam etmiş olacaklardır.

Tek tek ülkelerdeki devrimci dinamikler bulunduğumuz aşamada sosyalizme yönelecek devrimci dönüşümlerin oluşmasına olanak vermiyor. Nesnel koşullar genel anlamıyla olgun olmasına rağmen, bir devrimci durumda ‘yönetenlerin yönetemez duruma gelmeleri’ ile verili koşullarda karşı karşıya değiliz. Emperyalist-Kapitalist sistem henüz ömrünü uzatacak yol ve yöntemler üretebiliyor. Savaşlar, baskı politikaları ve neo-liberal önlemler bu amaçlarını gerçekleştirmeye hizmet ediyor. Türkiye, İran ve Rusya bu açıdan öznel faktörün güçlendirilmesi için bir sürece ihtiyaç duyuyor. Ne ki, Kürdistan bölgede en devrimci, dinamik ve savaşkan özellikler taşıyan bir toplumsal yapıya sahip. Ve bölgede yaşadıkları itibarıyla Suriye ve Irak halkları tüm gerici, dinsel, mezhepçi eğilimlere rağmen baskıcı yönetimlerin ve emperyalist saldırıların etkisi altında demokratik hak ve özgürlüklere ihtiyaç hissediyorlar. Tüm bu ülkelerde komünistlere belirleyici ve önemli görev düşüyor. Varolan sınıfsal ve toplumsal çelişkiler, emperyalist saldırılar, devletlerin milliyetçi sömürgeci uygulamalarına karşın Kürt Özgürlük Hareketi’nin dinamizmi ve mücadele stratejisi diğer ülkelerin sınıf hareketlerini ve ezilen halklarını etkileyerek onlara da bir dinamizm kazandırmaktadır.

Türkiye işçi sınıfının yüz yıla yaklaşan ve Anadolu ile Mezopotamya halklarının yüzyıllardan gelen mücadele geleneği bölgedeki dinamikler vasıtasıyla ortak hedefler temelinde yeni bir mücadele sürecine yükselebilir. Özellikle burjuva devletlerin sömürücü, sömürgeci, asimilasyoncu, baskıcı ve yoksulların çıkarlarına ters düşen siyasi amaçları için uyguladıkları ve uygulayacakları yöntemler karşısında barış, demokrasi, özgürlük ve sosyalizmden yana bir karşı-güç oluşabilir. Başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerinde yaşanan ortak sorunlar devrimci güçlerin birlikte mücadelesi ile yeni bir niteliğe yükseltilebilir. Böyle bir vizyon, tek tek ülkelerdeki sınıf mücadelelerini ve kapitalizmden kurtuluş eğilimlerini güçlendirecektir.

Saray Rejimi’nin faşizan, sömürgeci, savaş yanlısı, ekonomik olarak da talana yönelik sömürücü politikalarına karşı, Türk milliyetçiliğinin işgaller yoluyla sınırlarını genişletme ve İslam ümmetçiliğinin Osmanlı hayalleri sınıf güçlerinin ve ezilen yoksul emekçi halkların cephesi karşısında kursaklarında bırakılabilir. Türkiye Komünist Partisi, Saray Rejimi’nin gerici yayılmacı hedeflerine karşı barış, demokrasi ve sosyalizm bayrağını yükseltme konusunda tereddütsüz tüm sınıf güçleri ve halk güçleri ile birlikte mücadele konusunda kararlıdır. AKP-Saray Rejimi son bulmadan, yerine demokratik ve sosyalizme yönelen bir rejim kurulmadan Türkiye’nin de Ortadoğu’nun da sorunları çözülemeyecektir. Sorun sadece AKP-Saray Rejimi de değildir. Yıkılması gereken TC’nin statükocu devlet doktrinidir. Türkiye’de sınıf savaşımının sonuç alması tüm bölgede toplumsal gelişmeleri devrimci anlamda olumlu yönde etkileyecektir. Türkiye’de ise sınıf savaşımının mevzii kazanması ve sonuca yönelmesi Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile Kürt devrimci demokratik özgürlük hareketinin birleşik devrimci mücadelesinin oluşturulabilmesi ve savaşımın bu nitelikte geliştirilmesine bağlıdır.