Türkiye’de iktidar içi ve dışı olguları değerlendirirken birçok arkadaştan bazen önemli sorular alıyoruz. Tabiri caiz ise olguları değerlendirirken işin içinden çıkmakta zorlanıldığını anlıyoruz. Çok geçmişe gitmeden, bir örnek temelinde parmak basmak istediğimiz konuya değinelim.
Ergenekon ve Balyoz operasyonları esnasında AKP ve Cemaat birlikte hareket ediyordu. Bir yandan operasyonlar Cemaat’in kurgusu denirken, dönemin Başbakanı Erdoğan kendini de Ergenekon savcısı ilan etti. Sanıklar arasından şaibeli ölümler yaşandı. Artık herkes bu ölümlerin ilaç yolu ile şırınga edilen hastalık mikropları ve bazı durumlarda öldürücü zehirden kaynaklandığı konusunda hem fikir. Hatta, kimi çevrelerde, Cemaatin operasyonlar ve tutuklamalar öncesinde bazı TSK unsurlarının yargısız infaz edilmeleri fikri olduğu ancak Erdoğan Ve Gül’ün buna karşı çıktıkları dillendiriliyor. Yakalanıp, suçlanıp yargılanmalarının ve yüksek cezalar almalarının toplum nezdinde daha etkili olacağını savundukları söyleniyor.
Ardından AKP ile Cemaat arasında bir takım sorunlar gün yüzüne çıktı. Bu sorunlar Gül ve Erdoğan’ın generaller hakkında sarfettikleri kimi sözlere yansıdı. Mesela, Erdoğan, İlker Başbuğ ile Genel Kurmay Başkanı iken mesai arkadaşı olduğunu ve gönlünün Başbuğ’nun tutuksuz yargılanmasından yana olduğu ifadesi gibi. Buna benzer çeşitli açıklamalar oldu.
Onu takip eden dönemlerde Ergenekon ve Balyoz davaları sonuçlandı. Yüksek rütbeli eski ve muazzaf TSK unsuru orta ve yüksek rütbeli subaylar, hatta generaller ağır hapis cezaları aldılar. Ağırlaştırılmış iki müebbet alanlar oldu aralarında. 17-25 Aralık 2013 “Hırsızlık Haftası” ile Haziran 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasındaki zaman diliminde, AKP, yargı ve emniyette Cemaat’e karşı operasyonlara girişti. Sonuçta, Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde başlayan tahliyeler sonucunda İlker Başbuğ’dan, Doğu Perinçek’e kadar bir dizi Ergenekon ve Balyoz mahkumu tahliye edildi. Özellikle mahkum olduklarının altını çiziyoruz. Tahliyeler, “uzun tutukluluk süreçleri” iyi bir “zaman ayarlaması” ile duruşmada karar alınmasına rağmen, gerekçeli karar ve temyiz aşamaları tamamlanmadığı gerekçesi ile, “yasa boşluğu” değerlendirilerek gerçekleşti.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde generallerin partisi olan CHP, Cemaat ile işbirliği yaptı. Doğu Perinçek ve generaller CHP adayını üstü örtülü desteklediler. Takip eden dönemde ise Generaller ve Perinçek’in İP’si HSYK seçimlerinde AKP ile işbirliği yaptı. Bunu da ilan ettiler. Yine yakın süreçte, mahkum İlker Başbuğ, Genel Kurmay Başkanlığında, GK Başkanı Necdet Özel’i ziyaret etti ve 61 üst rütbeli subay ve general ile gizli bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantının içeriği gizli tutuldu, ancak İlker Başbuğ ziyareti basına yansıtıldı. Bir mesaj verilmek istendi.
Şimdi, bu örnekten ve bu gelişme sürecinden yola çıkarak bir değerlendirme yapmaya çalışalım. Kimi arkadaşlar “kimin eli kimin cebinde, belli değil”, “bu nasıl iştir anlayamıyoruz” diyorlar. Hele bir de aynı süreçte, CHP ve İP’li unsurların da katılımları ile “Birleşik Haziran Hareketi” oluşum sürecine gidildi dersek, işler iyice karışacak gibi.
ATILIM’ın Nisan 2013 sayısınının baş yazısı ve partimizin 5 Ağustos 2013 tarihli Açıklaması dikkatli okunduğunda burada yazacaklarımızın aslında bir hatırlatmadan ibaret olduğunu göreceksiniz.
Komünistler, toplumsal olguları; geçici emareler, günlük sarf edilmiş sözler veya gelişmeler temelinde yüzeysel olarak analiz etmezler. Bütün bu süreç ve olguları, sınıfsal bir bakış açısı ile değerlendirirler. Komünistlerin en önemli ayırt edici özelliği budur. TKP, başından itibaren bu güçlerin arasında sınıfsal bir farklılık olmadığını, aralarındaki çatışmanın iktidar ve sermaye üzerindeki etkinlik için çıkar çatışması olduğunu ve bu güçlerin bütün bu çatışma ve kavgalarına rağmen, sınıfsal temel konularda her zaman tek vücut olarak davranacaklarını belirtmiştir. Aralarında çatışırlar, gruplaşırlar, gruplar arasında çapraz bağlar, birliktelikler kurarlar. Dün birbirine düşman gibi görünenler, yarın kol kola yürürler, ortak kararlar alırlar. Çünkü, onlar aynı sınıfın unsurları, bileşenidirler. Bu sınıfın ve onun devletinin çıkarları söz konusu olduğunda aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakırlar ve tek bir görüş etrafında birleşirler.
Bu bilimsel gerçekten yola çıkarsak ve bizim de toplumsal olguları değerlendirirken pusulamız sınıfsal bakış açısı olursa, yukarıda sıraladığımız süreçlerin kendi içindeki çelişkilerini değerlendirmekte zorlanmayız. Bunlar, yani burjuvazi, kendi arasında çatışırken, birbirlerini ortadan kaldırmayı bile aralarındaki mücadelenin bir aracı olarak kullanırlar. Aldanmayalım. Tek bir mihenk taşımız olsun. O da sınıfsal bakış açısıdır. Sınıfsal bakış açısı temelinde değerlendirdiğimizde, hata yapmamız, yanlış değerlendirmemiz, birini birine tercih etme veya haklı görme gibi eksikliklere düşmemiz mümkün değildir.
Komünistler, Türkiye Komünist Partisi, sermayenin iktidarını, burjuvazinin egemenliğini yıkmadan, bu ülkede kalıcı olarak hiç bir sorunun çözülmeyeceğini dile getiriyor. Bugün AKP olur, yarın CHP olur. Zehirin dozu fark etmiyor. Sonuçta ülkede 90 yıllık Kemalist bir diktatörlük ve Türk-İslam Sentezi’nin egemenliğini görmek gerekiyor. Kapitalizm çerçevesinde bir takım kazanımlar elde etme mücadelesini yürütürken, işçi sınıfının hakları ve Kürt halkının özgürlüğü için kısmi kazanımlar elde etme mücadelemizde dahi bu gerçeği unutmamamız çok önemlidir. En basit günlük gelişmeleri değerlendirirken, burjuvazinin yarattığı bilgi kirliliği ve keşmekeş içinde, berrak ve doğru değerlendirmeler için sınıfsal bakış açımızdan bir milim taviz vermeyeceğiz. Bu şekilde, sallanmadan, dimdik ayakta kalıp, sınıf mücadelesinin zorlu yollarında emin adımlarla tüm engelleri aşarak ilerleme olanağımız olacaktır.