Adı Konmamış Sürece İlişkin Açıklama

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 20 Ocak 2025 Tarihli Açıklaması

Adı Konmamış Sürece İlişkin Açıklama

2024’ün Ekim ayında MHP başkanı ve hükümet ortağı Bahçeli’nin konuşmaları ile zamanlama olarak kimsenin beklemediği bir süreç başlatıldı. Kuşkusuz ki devlet ondan önce defalarca İmralı Cezaevi’nde tecrit koşullarında tutulan PKK önderi Öcalan ile görüşmüştür. Muhtemelen istedikleri yaklaşımı alamadıklarından dolayı konuyu kamuoyuna yansıttılar. Öcalan onların beklentilerini karşılayacak yaklaşımlara girseydi tecrit uygulamalarına da son verirlerdi. Bu demektir ki süreç onların planladıkları gibi gelişmedi.

Bahçeli’nin açıklamaları Suriye’de HTŞ’nin Esad’ı devirmesinden kısa bir süre önce geldi. Türkiye Ortadoğu’da sıkışmıştı. ABD ve AB’ye karşı konum kazanabilmek ve TC’nin tarihsel amaçlarına yaklaşmak için dört parça Kürdistan’da etkin ve belirleyici olan PKK’yi nötralize etmek ve işbirliği yapmaları gerekiyordu. Değilse, Bahçeli’den gelen açıklamalar Türkiye ve Bakur Kürdistan’da Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir yaklaşım içermiyordu. Bölgede ortak bir yol çizilmesi konusunda anlaşılırsa onun Türkiye ve Bakur Kürdistanı’na da yansımaları olacak ve Türkiye’nin demokratikleşmesine etkisi olacaktır. Bu anlamda Abdullah Öcalan’ın son İmralı görüşmesinde ortaya koyduğu görüşler önemlidir ve doğrudur.

Türkiye açısından güvenilmeyecek olan yan 1919’dan beri her sıkıştıklarında Kürtler ve Aleviler ile anlaşmalar yapmış olmaları ve kendi amaçlarını garantiye aldıktan sonra her defasında anlaşmaları bozmaları hatta saldırı, sürgün ve katliamlar uygulamış olmalarıdır. 1919’da nasıl davrandılar ise 2013’de de aynı yaklaşımı sergilemişlerdir. O açıdan TC’nin müzakere süreçlerine temkinli yaklaşmak gerektiği görüşündeyiz.

TC Devleti bir yandan adı konmamış bir müzakere süreci yürütüyor, diğer yandan ise günlük propagandada PKK’nin tasfiyesi, “silahların gömülmesi” ve Rojava Kürdistan’ındaki kazanımların boğulması yönünde bir dil kullanıyor. DEM Parti Belediyelerine karşı saldırı ve kayyum uygulamalarını sürdürüyor. Onların bu pratiği kendi tabanlarını konsolide amaçlı yapıldığı yönünde yorumlanabilir. Ancak biz 1919’dan beri aynı yöntemi uyguladıklarından söz ederken bunun gerçek niyetleri temelinde yapıldığını tespit ediyoruz.

TC Devletinin niteliğinde burjuva demokratik anlamda bir doktrin değişikliği yapıldığı açıklansa ve buna bağlı olarak Kürt ulusal sorununun çözümü konusunda bir açılım getirilse, buna bağlı olarak da bir müzakere süreci yürütülse bunun amacı farklı ve anlamlı olurdu. Ancak TC Devleti kendi çizgisinde hiçbir değişiklik yapmadan ve bunu ön gördüğünü de açıklamadan bir hamle yapmaktadır. Sorunun özü buradan kaynaklanmaktadır. Buna rağmen kimi dönemler müzakere ve anlaşmalar içerebilir. Burada önemli olan barış ve demokrasi güçlerinin TC devletinin niyetlerine ve amaçlarına rağmen insiyatifi ele alması ve bu planları bozmasıdır. İstisnai durumlarda bunu başarmak mümkündür. Bu da güçler dengesine bağlıdır.

103 yıllık yasak ile TKP’yi illegal çalışmaya zorlamak da, 100 yıldır Kürt halkına yönelik baskı, terör ve asimilasyon politikaları ile Kürt Özgürlük Hareketi’ni silahlı mücadeleye mecbur kılmak da egemen sınıfların politika ve uygulamalarının sonucudur. Faşizm ya da herhangi bir diktatörlük koşullarında ne işçi sınıfının sosyalizm için mücadelesi, ne de Kürt halkının demokratik çözüm mücadelesi kesinlikle barışçıl yoldan gerçekleşemez. Bizim de bileşeni olduğumuz demokratik halk devrimi ve Kürt sorununda köklü çözüm mücadelesi, demokratik koşulların istikrarlı bir şekilde gerçekleştiği ve gerek ülkede, gerekse uluslararası durumda devrimden yana bir güç dengesi oluştuğu durumda bir istisna olarak barışçı yoldan gerçekleşebilir. Barışçıl mücadele sadece parlamenter mücadele değildir. Öz savunma önlemleri dahil, grev, direniş, serhıldan, genel direniş, öz yönetim, sivil itaatsizlik dahil bir dizi mücadele yöntemi barışçıl mücadele çerçevesindedir. Bizim amacımız kuşkusuz ki barışçıl mücadele koşullarının elde edilmesidir.

Bizler açısından üzerinde görüş birliği sağlanması gereken, bugünkü ülke ve dünya koşullarında, eylem programının güncel amacı, koşulları olmayan devrim değil, devrime “yaklaşma” programı olmalıdır. Bu program, en geniş demokratik güçleri “devrim ve çözüm” temelinde değil, devrime ve çözüme barışçı yoldan ulaşmanın önündeki tüm engelleri, her türlü inkarcı anayasal, yasal yasakları kaldıracak olan “asgari anayasal demokratik” rejim amacı etrafında birleştirecek bir programdır.

Değilse, biz komünistler açısından faşizm ile müzakere değil mücadele edilmelidir. Konu sadece Türkiye ve Bakure Kürdistan ile sınırlıysa koşullar onun dışında bir yönelime izin vermiyor. Eğer konu Ortadoğu ise ve onun sonucunda tüm bölgede olduğu gibi Türkiye’yi de demokratik ve konfederal anlamda kapsayacaksa konuyu bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir.

Konuya Türkiye ve Bakure Kürdistan’ı açısından yaklaşırsak, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan genelinde yürüttüğü mücadele ve onun Bakure Kürdistan’ına yansıması, Kürt halkının siyasi canlılığı ile Türkiye’nin batısında ve genelinde sınıf mücadelesi ile birleştirilmesi ana amacımızı belirlemelidir. Türkiye’de komünistinden, sosyalistine, devrimci demokratından liberal demokratına kadar geniş bir siyasal yelpazeyi kucaklayan barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesi niteliksel olarak sınıf mücadelesinin yaygınlaşması ve güçlenmesi için uygun bir ortam yaratmaktadır. Parlamentodaki temsilden, yerel yönetimlerde sağlanan etkinliğe kadar ama özellikle işçi sınıfının üretimde olduğu alanlarda ve semtlerde sınıf mücadelesinin geliştirilme koşulları mevcuttur. Birleşik mücadelenin ağırlık vermesi gereken alanlar bunlardır. Amaç Türkiye’de yaratılan gücün ve sınıf savaşımının etkisiyle iktidar değişikliği sağlamak ve devletin niteliğini devrimci yoldan değiştirmek olmalıdır. Bu amaca ulaşıldığında Türkiye ve Bakure Kürdistan açısından sınıfsal sorunların da ulusal sorunların da çözümü konusunda somut mevzii kazanma koşulları oluşmuş olacaktır.

Komünistler ve Kürt özgürlük hareketi devletten ne “sosyalizm” ne de “çözüm” beklemiyorlar. Bu amaçlarına ulaşmak için, eğer devlet “demokratikleşirse” legal ve silahsız yoldan mücadele hakkı için direniyorlar. Şimdi hem Türk devletini, egemen burjuvaziyi ve Türk halkını, hem de işçi sınıfını ve Kürt halkını çok daha büyük felaketlere sürükleyecek adı konmamış Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni aşamasında, “demokrasi” ve bu temelde barış tüm taraflar için acil mesele haline gelmiştir. Taraflar bu konuda ya eşit haklı bir uzlaşmaya varacak ya da istenmeyen felaketin şafağında işçi sınıfının ve halkların mücadelesi çok ağır bedeller ödeyerek zafere ulaşacaktır.

O nedenle biz gelişmelere temkinli yaklaşıyoruz ve gerek PKK önderi Öcalan’ın, gerekse KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın ve DEM Parti’nin “adı konmamış olan yeni süreci”, “kayıtsız şartsız teslim” amaçlı bir psikolojik savaş süreci olmaktan çıkartmayı ve bu süreci “demokratikleştirmeye” yönlendirmeyi amaçlayan yaklaşımlarını destekliyoruz. Faşist rejimi, kendi iktidar ve ekonomik çıkarları nedeniyle sürdürmek isteyen Erdoğan ve ortakları ile, savaştan çıkar sağlayan askersel-sanayii kompleks oligarşisi ve savaş vurguncusu sermaye çeteleri dışında ülkenin tüm sınıf ve katmanlarını, faşist olmayan bütün politik güçleri barış ve demokrasi cephesinde birleşmeye çağırıyoruz

Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi

20 Ocak 2025