Türkiye devriminin önünde duran en önemli sorunlardan birisi de TKP’nin bağımsız bir sınıf partisi olarak ‘‘Göndere çekilmiş bir bayrak’’ gibi dalgalanan kendi parti programını yığınların önünde yeterince anlatamamış olmasıdır. Bunun nedenleri arasında Türkiye’nin özgün koşullarından kaynaklananlar olduğu kadar emperyalist sistemin dünyayı yangına çevirdiği dönemlerdeki uluslararası koşulların da etkisi olduğunu söylemek mümkün. Sürekli tutuklamalarla, sürgünlerle geçen parti yaşamları, Kemalist propaganda merkezlerinde üretilen en aşağılık yalanlarla partinin kendi özgün programıyla Türkiye halkının önüne özgürce çıkması engellenmiş, yasaklanmıştır. Partimizin programı yıllarca partinin kendisi tarafından değil parti düşmanı çevrelerce çarpıtılarak halka anlatılmaya çalışılmıştır. Burjuvazi TKP’nin düşüncelerini halka çarpıtarak anlatmak için Aclan Sayılgan gibi Fethi Tevetoğlu gibi CİA’dan maaşlı parti döneklerini kullanmıştır.
TKP, 1980 askeri darbesi ile geleneğinden koparılan sol hareketlerde yaygın olarak görülen Kemalizm hayranlığını, Kemalist reform programlarını Komünist hareketin programı yapmaya çalışanlarla onların sübjektif niyetlerine bakmadan mücadele etmeyi ilke edinmiştir. Kemalist burjuva ideolojisini programatik düzeyde kutsayanlar onun ilkelerini devrime giden kilometre taşları gibi görmeye ve göstermeye çalışanlar her zaman sinsice proleterya enternasyonalizmden uzaklaşmışlar, Kürt halkının özgürlük taleplerine sırt çevirmişlerdir. Türkiye Komünist Partisi devrimci bir partidir. Burjuva partilerinin küçük başarıları ve göstermelik reformlar ile yetinmesi mümkün değildir ve onun kendine ait devrimci bir programı vardır, hiç bir burjuva partinin programından ödünç almaya ihtiyacı yoktur. Partimizin ilkelerini sadece kendi mücadele geçmişi ve emekçi sınıfların kanları canları bahasına kazandığı tecrübeler ve proletarya enternasyonalizmi şekillendirir. Partimizin yayın organlarında ne zaman sol hareket içindeki Kemalist etkiler eleştirilmeye çalışılsa parti tarihindeki çok özgün durumlar ve dönemler bugünü açıklamak için ileri sürülür olmuştur. Oysa ki Kemalizm’in anti-emperyalist maskesi daha Cumhuriyetin ilk yıllarında düşmüş, İngiliz muhipliği ortaya çıkmıştır. Kemalist burjuva ideolojisini günümüz devrimci hareketlerin programlarına iliştirmeye çalışanların en sık referans gösterdikleri Şefik Hüsnü Değmer bile daha 1924’te Aydınlık Dergisi’nde yazdığı yazılarda Kemalizm’den duyduğu derin hayal kırıklığının izlerini bulmak mümkündür. 1960 sonrası ortaya çıkan Marksist gençlik hareketlerinin Deniz, Yusuf, Hüseyin, İbrahim, Mahir gibi önderleri Kemalizme güvenmenin, onu anti-emperyalist sanmanın bedelini bizzat Kemalist cellatlar ve özel harpçi katillerce infaz edilerek ödemişlerdir.
Sosyalist hareket içinde ortaya çıkan “Yeni Kemalizm” hayranlığının nedenleri ise 1980 sonrası planlanan Komünistleri sınıftan kopartma onun Ergenekon çetelerinin sivil asker iktidar oyunlarına alet etme planlarının bir parçasıdır. Ufuk Uras gibi Merdan Yanardağ gibi eski sosyalist aydınlar bu karanlık senaryonun parçası gürü oldular. Siyasi acemilikleri başka alanlarda da göze batan başka bazı iyi niyetli sol çevreler halk içinde daha geniş bir tabana sahip olabilmek için, yani taktik bir zorunluluk olarak, hatta küçük burjuvazinin sol kesimlerine Marksist bir program yerine Kemalist bir programla gitmeyi yığınlar içindeki salt devrimci çalışmaya ikame etmeye çalışıyorlar. Bunlar geçici pragmatist başarı hevesleri yüzünden Marksist programlarından taviz veriyorlar. Komünistler kendi politikalarını halktan gizlemezler, çünkü halka sunacakları yepyeni ve parlak bir gelecek vardır. Hiç bir burjuva reformu Komünistlerin programındaki kadar gerçekçi ve halka yakın değildir. Burjuva ideolojisinin şu ya da bu formuyla yığınların karşısına çıkmak, onun jargonuyla konuşmak bir Komünist Partisine yığınların gözünde itibar kazandırmak bir yana sadece itibar kaybettirir ve burjuvazinin değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramaz.
TKP ile Kemalizm’in tarihten gelen çok yönlü ve çok boyutlu bir ilişkisi vardır. Bu ilişki her zaman Komünistlerin ülkeyi emperyalizme karşı güçlü kılacak, onu emperyalist yağmacıların planlarından bir nebze de olsa uzaklaştıracak sorumluluk çerçevesinde kalmıştır. İşgal sonrası, Fransızların arkalarında bıraktıkları silah depolarını basıp Karadeniz üzerinden Anadolu’ya silah kaçıran yurtseverlerin bir çoğu partimiz ile ilişkili isimsiz kahramanlardı. Daha Kurtuluş Savaşı’nın başında Kemalist rejimin bütün yalpalamalarına rağmen Anadolu halkınca tutuşturulan bağımsızlık meşalesini desteklemek üzere Anadolu’ya geçen partimizin kurucuları Mustafa Suphi ve 15 yoldasşmızın Kemalizm’in ajanları tarafından Karadeniz’in karanlık sularında boğulmasına rağmen TKP Kemalizme karşı hiç bir zaman rövanşist bir politika izlememiştir. Yaklaşan faşist diktatörlük tehlikesine karşı ya da faşist diktatörlük altında zaman zaman TKP ile Kemalizm’in yolları kesişse de -Hatta bu konuda Komünistler zaman zaman gereğinden fazla bir fedakarlık yanlışına düşmüş olsalar da- bu çok geçici ve konjonktörel bir durumdur. Bu dönemler referans alınarak Kemalizm’le yani burjuvazi ile Komünistler arasında kalıcı birliktelikler yaratmaya çalışmak, zamanını doldurmuş bir burjuva reformizminin laiklik gibi demokrasi gibi modernite gibi kaybolan değerlerinin bakımını ve korumasını üstlenmek Komünistlerin kendi bağımsız programlarıyla tanınmasını ve hatırlanmasını engelleyecektir. Kemalizm ve burjuvazi bütün üst yapı kurumlarıyla işçi sınıfının ve onun partisi TKP’nin azılı bir sınıf düşmanıdır.
Cumhuriyet bir ‘‘Fransız Devrimi’’ değilse de; elbette ki Osmanlı monarşisine göre ileri bir adımdır, ancak Osmanlı monarşisi siyasal üst yapıda tasfiye edilmiş olsa da onun özellikle toprakta feodal mülkiyet ilişkileri Kemalizmin her zaman en büyük sınıfsal dayanağı ve ekonomik müttefiki olmuştur. Dolayısıyla batıdaki gibi bir toprak devrimine önderlik edip feodal alt yapı kurumlarını tasfiye etmediği için -Eğer Marksist kavramlarla konuşacaksak- demokrat da değildir. Cumhuriyetin ve onun ideolojisi Kemalizmin, Cumhuriyetin ilk yıllarında ve soğuk savaş döneminde Kürt yoksul köylülüğü jandarma zulmü altında barbarca ezilirken Kürt feodalitesi ve aşiretleri güçlendirilmiş böylece Kürdistan’da silahlı derebeyler varlıklarını ve sömürülerini bütün güçleriyle devam ettirebilmişlerdir. Kürt ağalık sistemi Cumhuriyet dönemi düzen partileri için hazır oy deposu olarak hizmet etmiştir. Bugün de AKP gericiliğinin Kürdistan’daki geçici başarısı Kürt egemen sınıflarıyla yaptığı benzer bir ittifaktan kaynaklanmaktadır.
Türkiye devriminin sosyal tabanı 1980 sonrası bazı sosyalistlerin sandıkları gibi Kemalist bir kutsal yağ ile mesh edilmiş yığınlardan oluşmamaktadır. Osmanlı’nın katliamcı inkarcı politikalarını bire bir sürdüren Kemalistler Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Laz, Çerkez halkları nezdinde hiç bir itibara sahip değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca bütün ibadet pratikleri yasaklanan Alevi, Bektaşi, Ezidi gibi inanç gruplarının Kemalizm ile görülmesi gereken bir hesapları vardır ancak. İşçi sınıfı ve yoksul köylülük her hak talebi ile yürüdüğünde karşısında Cumhuriyet’in askerini, polisini ve jandarmasını görmüştür... Hak taleplerini sunmak üzere Taksim’de buluşan işçilere keskin nişancılarla ateş eden Kemalist burjuvazi ile işçi sınıfının bir sempati ilişkisinden çok bir nefret ilişkisi vardır. Bütün bu toplumsal sınıf ve zümreler için Kemalizm hiç bir olumlu çağrışım yapmaz. Türkiye devrimi de gerçek anlamda bir toplumsal tabana dayanacaksa bu taban için program ve simgeler burjuvazinin değil işçi sınıfının programı ve bayrağı olmalıdır. Türkiye Komünist Partisi, ülkemizin meydanlarının yeniden komünizmin ve enternasyonalizmin soylu simgelerini taşıyan emekçilerle ve yurtseverlerle doldurmak ve Türkiye devrimini zafere ulaştırmak için var gücüyle savaşmaya devam etmekte kararlıdır.