HDK’nin bir bileşeni ve HDP’de aktif çalışan bir örgüt olarak partimizin özellikle son dönemde HDP’nin örgütsel gelişimi ve projenin başarısı için görüşlerimizi belirtmek istiyoruz. Bu yazıyı, tartışmaya bir katkı olarak da algılamak mümkün.
Öncelikle, partimizin, HDK projesine ideolojik, politik ve örgütsel olarak sahip çıktığına tekrar vurgu yapmakta yarar görüyoruz. Görüş, öneri ve katkılarımız bu çerçevede değerlendirilmelidir. Eleştirel yanlar içerirse de, bu eleştirilerin yapıcı eleştiriler olarak değerlendirilmesine özen gösterilmesini arzuluyoruz.
HDK oluşumu, on beşten fazla, parti, örgüt, politik yayın tarafından oluşturuldu. Temel amaç, Türkiye Devrimci Hareketi (dolayısıyla Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi) ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortak mücadelesini sağlayacak bir platform yaratmak ve bu platformun Türkiye’nin demokratikleşmesi ile onun olmazsa olmaz bir ögesi olan Kürt ulusal sorununun adil ve demokratik çözümüne katkı yapmasıydı. Bu amaç halen böyledir. Geçerliliğini yitirmemiştir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ile Kürt sorununun çözümü ve tersi arasındaki diyalektik bağ bu girişimin temel mantığını oluşturuyordu. Tali gibi gözüken ama bir o kadar önem taşıyan diğer bir neden ise, dağınık olan Türkiye Devrimci Hareketinin güçlerini, Kürt Özgürlük Hareketi’nin dinamik ve politikaya müdahil olan niteliği yolu ile etkileşime sokmak, bu yolla Türkiye Devrimci Hareketi’ni tabiri caiz ise örgütsel ve dolayısıyla siyasi olarak hareketlendirecek, sıçrama yapacak konuma getirmekti.
HDK içinde yer alan Türkiye Devrimci Hareketi’nin Güçlerinin reformistlikle veya iktidar ile uzlaşma suçlaması gerçeği yansıtmıyor. Neden ? Çünkü, bu platformun en önemli özelliği iktidarı hedeflemesidir. 30 yılı aşkın bir süredir, NATO’nun en büyük ordusuna karşı silahlı mücadele yürüten Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yenişemedi. Yenişmeleri ne anlama gelirdi? Ya TSK, KÖH’ni yok edecekti, ya da KÖH, Türkiye Cumhuriyetinde iktidarı ele geçirecekti. İkisi de olmadığı için “yenişemedi” kavramını kullanıyoruz. Demek ki, KÖH’nin mücadelesinde utkuya ulaşmak için yapması gereken Türkiye’de iktidar mücadelesine katılmaktır. Eğer “ayrılma hakkını” kullanmak isteseydi, KÖH’nin böyle bir amacı olmazdı. Ayrı devletini ilan eder yürürdü. KÖH’i, Kuzey Kürdistan, yani Türkiye Kürdistanında bunu yapabilecek güce ulaşmıştı. Ancak gerek uluslararası ve bölgesel konjonktür, gerekse de KÖH’nin ideolojik ve politik yönelimi bu alternatifi değil, Türkiye Sorunu’nun çözümünü güncel görev olarak belirledi.
Kürt siyasetini HDK içinde temsil eden ve bir anlamda oluşumunun motorunu oluşturan güç BDP idi. HDP ise, Türkiye’deki seçim sistemi uyarınca, Hareket, Kongre veya Cephelerin seçimlere katılmasına yasal olarak el vermediği için HDK’nin bir anlamda aynasını oluşturan ve yüzde yüz temsilini yerine getirecek bir parti olarak kuruldu. Yani, HDP, HDK’nin partisi idi. BDP ise HDK ve dolaysıyla HDP içinde önemli bür bileşen güç idi.
30 Mart 2014 seçimlerinden sonra, Kürt siyaseti, BDP için var olan işlevinin dışında bir misyon belirleyerek, HDK ve HDP içinde yer alan tüm BDP üyelerinin HDP’ye geçmesine karar verdi. Kalanlar ise DBP adı altında Kürdistan’da kadro ve eğitim partisi olarak çalışmalarını sürdürmeye yöneldiler. Bu bağlamda, TBMM’deki BDP milletvekilleri de HDP milletvekili oldular. Bizce, bu karar isabetli ve doğru bir karar değildi. Çünkü HDP, HDK bileşeni bir parti değil, HDK’nin siyasi partiler yayasına göre temsilini yapan bir partiydi. Yeni durumda HDK içinde kendini daha önce BDP’li olarak tarif eden kadrolar ve il, ilçe örgütleri, kendilerini nasıl tarifleyeceklerdi ? Burada çok ciddi örgütsel bir karmaşa ve sonucunda da boşluk doğdu. O boşluğu doldurmak için pratik önlemler alınmaya çalışıldı, ancak bu önlemler ne HDK’nin kuruluş ve çalışma ilkelerine, ne de HDP’nin program ve tüzüğüne uygun değildi. Sap ile saman birbirine karıştı.
HDP, HDK Bileşenlerinin, yani Kongre’nin siyasi partisi iken bu süreç sonunda, bağımsız, kendi karar organları ayrı olan ve gittikçe HDK ile arasındaki makası açan bir parti niteliğine kavuştu. Eylül 2014’de HDP Parti Meclisi toplantısında “HDP Bileşenleri” kavramı kullanılırken (ki o dönemde dahi artık HDP bileşenleri ile HDK bileşenleri arasında ciddi farklılıklar oluşmuştu), Ekim 2014 tarihli Parti Meclisi toplantısında, artık “Bileşen” kavramının kullanılmaması gerektiği, yeni bir “HDP’lilik bilinci ve aidiyeti” oluşturulması gerekliliği bizzat Genel Başkan Selahattin Demirtaş tarafından dile getirilmiştir. Bunun doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyoruz. Biz TKP’liler olarak partimiz HDK’nin bileşeni olduğu için HDP’nin bileşeniyiz ve HDP’de de ilçe, il ve Merkezi organlarda görev üstleniyoruz. Siyasi Partiler Yasası öyle emrettiği için, HDP’de görev alan arkadaşların yasal başka bir siyasi partide üye olamaması doğrudur. Ancak bu kurala uymak için görev alan arkadaşların herhangi yasal bir partiye üyeliği varsa, formel olarak sadece HDP’ye üye olmaları uygulanabilir. Ne var ki, PM toplantısında dile getirilen bu değil idi.
Sonuçta, HDK sürecinde Bileşen olarak yer alan bir dizi siyasi parti, dergi ve çevre bugün HDP’de temsil edilmiyor ve HDP çalışmalarına katılmıyor. Bu süreç, bu güçlerin HDK içindeki faaliyetlerini de olumsuz yönde etkiledi ve kimi güçlerin HDK çalışmalarına ya hiç katılmamalarına, ya da sadece formel olarak yer almayı sürdürmeleri sonucunu doğurdu. Bu açı, olumsuz anlamda git gide de açılıyor. Halbuki, HDK tüm tartışmaların yürütüldüğü, kararların alındığı ve yerelde mahalle ve semt meclislerinden başlamak üzere Genel Meclis’e kadar tüm Bileşenlerin aktif katılabileceği bir yapı olmalıydı. HDP de bu kararların ve faaliyetlerin siyasi parti niteliğinde uygulayıcısı olmalıydı. Tanım uyuyorsa, HDK organları ile HDP organlarının en alt birimden, en üst organa dek bire bir aynı olması gerekiyordu. O zaman HDP politikalarına HDK Bileşenlerinin yüzde yüz katılımı sağlanır ve gerçek bir kimlik ve aidiyet yaratılabilir. T.B.M.M.’deki HDP milletvekilleri de aynı şekilde gerçek anlamda HDK temsilcileri olmalı, HDK’ye karşı sorumluluk taşımalı ve HDK kararlarını uygulamalıdır. HDP’li olmaları sadece yasaların gerekliliğinden ibaret olmalıdır. Böyle olduğunda, T.B.M.M.’de temsilci olan Vekiller, HDK; mahalle, semt, ilçe ve il Meclislerinden başlamak üzere tabanın iradesinin temsilcileri olurlar. Hatta, yerleşim birimi ilkelerinin dışında, HDK, fabrika, maden, tersane ve organize sanayi bölgelerinde de işçi meclisleri oluşturmalı ve bu meclisler HDK örgüt şemasına entegre edilmelidir. Bir fabrika meclisi, bir semt meclisi kadar söz ve karara katılma hakkına sahip olmalıdır. 18-20.000 işçinin çalıştığı bir fabrika meclisi ise bir ilçe meclisi hatta ilin nüfusuna bağlı olarak gerekirse bir il meclisi statüsünde olmalıdır. Ancak bu şekilde Kürt özgürlük Hareketi ile Türkiye İşçi Sınıfı Hareketinin ve onların Devrimci Güçlerinin ortak hareketi ve birlikteliği sağlanabilir. Ancak o zaman HDP bir Türkiye partisi olabilir.
HDK içinde “Bağımsızlar” ‘ın da üye olmaları ve organlara seçilmesi doğru bir karardır. Ancak bugün Bağımsızlar ağırlıklı olarak HDP içinde organlarda, ağırlıkla da profesyonel olarak görev alarak çalışmalarını sürdürmektedirler. HDK’den kopuk gelişen bir HDP yapılanması, Bağımsızlar ile kimi eski BDP kadrolarının birlikteliği halini almıştır. Bu doğru bir yapılanma niteliği değildir. ESP, SDP, YSGP ve SYKP partileri de ağırlıkla çalışmalarını HDP organlarında yoğunlaştırmışlar, ancak HDK meclislerinde aynı oranda yer almamaya başlamışlardır. Bu da HDP’nin ayrı bir kimlik ile deforme olmasının bir sonucudur. Partizan, EMEP, Kaldıraç, Söz ve Eylem, Emek ve Özgürlük Cephesi, Politika v.b. gibi bir dizi politik parti ve siyasi çizgi ise HDP çalışmalarında, çalışmalar HDK’den kopuk, hatta bağımsız yürüdüğü için yer alamamaktadırlar. Toplantı ve eylemlere katılmak dışında bir katkıları olamamaktadır. Böyle devam ederse, toplantı ve eylemlere katılma eğilimi de sürecin gösterdiği gibi gittikçe daha da azalacaktır. Bu olgu ise HDK mantığına ve projesine uygun değildir.
Bizce, Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi, HDK içinde kendi siyasi partisi veya dergi ismi ile tarif edilebilecek siyasi çizgisi ile HDK’de temsil edilmelidir. Hatta gerekirse DBP olarak HDK içinde yer almalıdır ve DBP Dicle’nin batısında da örgütlenmelidir. BDP’nin HDP’ye dönüşmesi doğru olmamıştır. Bu hata düzeltilmelidir. Bu adım atıldıktan sonra, HDK Bileşenlerinin tümü, yeni bir ruh ile bir araya gelmeli, en alt birimlerden en üst organlara kadar meclislerini yeniden tüm Bileşenlerin katılımı ile oluşturmalıdır. HDP organları da il, ilçe ve merkezi anlamda bu sürece paralel olarak tekrar oluşturulmalı, Vekillere de HDP’li olmalarına rağmen HDK’lilik bilinci yeniden aşılanmalıdır.
Böyle bir adım atıldığında, hem gerçek anlamda Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi ile Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi’nin birlikteliği sağlanabilir, hem de bugüne kadar HDK’ye mesafeli durmuş kimi siyasi oluşumlar ve kişiler HDK çalışmalarına kazanılabilir. Bu öneri bir seçim politikası önerisi değildir. Türkiye toplumunun, sınıf ve ezilen halklar temelinde niteliksel ve niceliksel olarak güçlü bir şekilde örgütlenmesinin politikasıdır. Parlamento dışı mücadele ile parlamenter mücadelenin uyumunun garantisidir. Böyle bir adım, 2015 Genel Seçimleri açısından, iktidar adayı güçlü bir odağın yaratılması sonucununun siyasi yaşamdaki doğal karşılığı olacaktır. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi açısından ise aynı zamanda, kendi partisi (DBP, BDP veya adı ne olursa) ile HDK/HDP içinde yer alarak gerek Kürdistan’da gerekse Türkiye’nin diğer bölgelerinde AKP’nin çaldığı Kürt oylarının kazanılmasını sağlayacaktır. Geç kalınmış değildir, seçim gerekçesi öne sürülerek bu konu ertelenmemelidir. Çünkü her erteleme sorunları daha fazla içinden çıkılmaz hale getirmekte ve bu önlemler acil olarak alınmazsa HDK projesi hayal kırıklığı ile sönümlenecektir. Halbuki, Türkiye’deki siyasi konjonktürün tam tersine ihtiyacı var. Egemen güçlerin; AKP’si, Ergenekoncuları, “sol” gözüken Kemalistleri, CHP’si ve Cemaat ile birlikte rejimi, “Cumhuriyeti”, yeniden şekillendirme projeleri karşısında niteliksel ve niceliksel olarak güçlü bir HDK’ye ihtiyaç var.