Türkiye komünist ve sosyalist hareketi birbirleriyle kavgadan çektiğini, biraz abartarak söyleyeyim, devlet teröründen çekmedi. 12 Eylül darbesinin başarısında yenilgimizin bir nedeni de birbirimizin “alanlarını”, üyelerini ele geçirmek, rakibimizi bölüp dağıtmak, hatta fiziki şiddetle terörize etmek için harcadığımız enerjiyi, sınıf savaşına yöneltmedeki zayıflığımız oldu. Hepimiz işçi sınıfının grevlerini, topraksız köylülerin direnişini, öğrencilerin eylemlerini destekliyorduk. Ama işçiler, köylüler ve öğrenciler direniş alanlarında birleşiyor, biz ise onları bölmek için elimizden geleni ardımıza koymuyorduk. Onlar bizim ideolojik konularda yaptığımız tartışmalardan habersizdiler, ama birbirimize karşı düşmanca sloganlarımızı ezberlemişlerdi. Bu sloganlar “oportünist, revizyonist, goşistten” başlıyor, “sosyal faşist, Maocu Bozkurt” söylemlerine kadar uzanıyordu. Slogan kavgaları silahlı boğuşmalara dönüşüyordu.
Bu şuursuz kavgalardan günümüzde çoğunluk gereken dersleri çıkarmış bulunuyor.
Bulunuyor ama, geçmişteki olumsuz tecrübe devrimciler arasında ilkesel temelde yapılması gereken tartışmaları da gözden düşürmüş bulunuyor. Her örgütün içinde mutlaka tartışmalar yaşanmaktadır. Çözülmemiş yığınla teorik ve politik sorunlarımız var. Örgütler tıkanmaya çare üretemiyor. Çözümsüzlük iç tartışmayı kaçınılmaz kılıyor. Ama örgütlü, planlı, disiplinli kollektif tartışmadan eser yok. Böyle bir kollektif tartışmanın faşist rejime karşı gerçekleşen eylem birliklerini bozacağından korkuluyor. Korkunun bir başka nedeni de, reel sosyalizmin dağılmasından sonra ortaya çıkan dünya, bölge ve ülke şartlarındaki değişimlere verilen ve çoğu geçmiş programların ufak tefek değişikliklerle devamı olan kendi yanıtlarından duydukları şüpheye dayanıyor. Eğer sözünü ettiğimiz örgütlü, planlı, süresi belli ve disiplinli kollektif bir tartışma gerçekleşmezse, sayısını bilmediğim örgütler kendi birliklerini bile koruyamazlar. Bunun sonucu iç tartışmaların da bürokratik disiplinle sona ermesi olur. Gerek Marksist-Leninist teori, gerekse bu teoriyi eleştirel temelde günümüz gerçekliğinde yeni bir aşamaya yükselten Apocu teori “eleştiricidir.” Tartışmanın olmadığı yerde teori donar, dogmaya dönüşür ve devrimci pratiğin işine yaramaz.
Öcalan, kendisinin de içinden çıktığı sosyalist hareketin birliğine büyük hizmetlerde bulundu. Onun bu çabası legal alanda Dem Parti’de geniş bir yelpazenin birleşmesini sağladı. Daha önemlisi Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin silahlı mücadeledeki birliği O’nun sayesinde gerçekleşti. Elbette bu birlikte yer alan örgütlerin de geçmişten çıkardıkları derslerle birlikçi eğilimleri bu başarıda önemli rol oynadı.
Ancak bu birliklerin önemli zayıflıkları var. Burada ilk üçüne değinmekle yetinilecek.
Birincisi, birliğin programıyla ilgilidir. Ortada bir program var. Ancak bu program, etraflı bir tartışmadan geçilerek değil, daha çok “müzakerelerin” ürünü. Ortaya çıkan bu tür programlar, Marksist literatürdeki ifadeyle söylersek “ortalamacı” programlar. Taraflar kendi programlarını korumakta, sözcüğün gerçek anlamında bir “ortak program” yerine, herkesin programlarının “ortalaması” ortaya çıkmakta. Bunu anlamak için, bu “ortak” gibi görünen programı, birliği oluşturan hiçbir partinin “kendi programı” saymadığını bilmek gerekir. Bu da birlik programına bağlı kalınsa da kitlelerin arasındaki propagandayı “düalist” bir açmaza sokmakta, kitleleri kazanmak için yürütülen propagandayı zayıflatmakta, muğlaklaştırmaktadır. Pratikte her parti kendi programını öne çıkarmakta, ortak program onların propagandasında silik kalmaktadır.
Bu açmazdan nasıl çıkılır? Bunun yanıtı Birinci Enternasyonal’in program çalışmasında yatıyor. Birbirinden farklı parti ve hareketlerin yer aldığı Birinci Enternasyonal Marks ve Engels’in imzası olmakla birlikte ünlü “Komünist Parti Manifestosu” etrafında birleşmişler ve bu Manifestoyu dünyanın en çok okunan belgesi haline getirmişlerdir.
Şüphesiz böyle bir program etrafında birleşmek kolay iş değildir. Ama bu zor işi başarmak, “birlikte savaşırken, kollektif tartışmayı” örgütlemekle olur. Tek bir tartışmayla böyle bir ortak ve etkili, kitlelerin benimseyeceği bir programa ulaşılamaz. Ama kollektif tartışma yoksa, böyle bir program hiçbir şekilde ortaya çıkamaz. İşe başlamak gerek.
Günümüz “herkesin programı kendine” denilecek bir zaman değildir. Marksist özleri devam ediyor olsa da, tüm partilerin programları artık eskimiştir. Bu programların politik içeriğinde kısmi revizyonlarla çağımızın yeni koşullarına cevap vermek mümkün değildir. Köklü değişiklik zorunludur. Öcalan PKK programında bu köklü değişiklikleri yapmıştır. Ama PKK kendi programını hiç kimseye dayatmamaktadır. Günümüz gerçekliğine nasıl cevap verileceğine dair, yeni alternatifler önerilse de, herkes için kabul edilecek hazır bir reçete yoktur. Çözüm bütün yeni önerileri ve her partinin kendi görüşlerini bilimsel temelde kollektif tartışma sürecinde ortaya çıkacaktır.
Bu çok zahmetli ve uzun bir süreçtir. Ve Konfederal devrime katılan partiler birer “tartışma kulübü” değildir. O nedenle bir yandan savaşarak tartışmayı yürütmek, bir yandan da ortak programdan önce dikkatimizi “ortak eylem programına” çevirmek gerek. Bu tartışma, ortak programa varılmadan önce, her partinin benimseyeceği ve karar organlarınca onaylanacak bir “eylem programı”na yol açmalıdır.
Eylem programı yapılacak eylemlerin takvimi demek değildir. Devrime nasıl yaklaşılacağının programıdır. Bu programda devrimin niteliği, devrimin iktidar biçimi, sosyalizmin inşası gibi temel konular değil, her partinin farklı azami program amaçlarına nasıl ulaşılacağı ile ilgili konular ele alınacaktır. Aslında hem Dem Parti’de, hem de Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde böyle bir eylem programı için başlıca görüşler dile getirilmiştir. Bu görüşlerin ortak başlığı “Özerk birimlerin toplamından oluşan Demokratik Cumhuriyet ve Ortadoğu’da bu Cumhuriyetlerin Konfederal ya da Federal birliği”dir Şimdi bu ortak görüşleri, bir tür protokol metninde dile getirmek yerine, milyonların heyecanla benimseyeceği, edebi yönü güçlü, propagandayı ajitasyonla birleştiren bir Eylem Programına dönüştürmeliyiz.
Benim bildiğim kadarıyla Merkez Organı Atılım Gazetesi’nde kendi programatik konularını ele alan TKP, böyle bir tartışmaya hazırdır. Kendi içinde yürüttüğü tartışmayı herkesle, yoldaşça paylaşmaktan yanadır. Bu tartışmanın taraflarında aranacak biricik ortak nokta, Kürdistan emekçi halklarının öncülüğünde gelişen Konfederal devrimci süreçle organik bağ kurmak olmalıdır. Devrimci sürecin dışında kalan ya da ona mesafeli güçlerle ortak program inşa etmek mümkün olamaz.
Şimdi mevcut birliğin ikinci zayıf noktasına geliyoruz.
Sözünü ettiğim programda ortaklaşıldığında, partilerin varlığına son verilerek “tek bir parti” ortaya çıkmayacaktır. Türkiye’de komünist ve işçi partileri, kendi tarihsel, geleneksel ve düşünsel özgürlüklerini koruyarak çeşitlilik içinde birleşme sürecine gireceklerdir. Dört parça Kürdistan’da ise PKK’nin de içinde yer aldığı KCK ile bu birlik süreci gelişmiştir. Türkiye’nin birleşik komünist ve işçi partisi ile Kürdistan’ın öncü partisi, eğer başarılırsa ortak bir programa sahip olsalar bile “tek parti” haline gelmeyeceklerdir. Bunu kavrayabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin tek bir ülke olmadığını, sınırları içinde biri metropol diğeri sömürge olan iki farklı ülkeden oluştuğunu görmek yeterlidir. Türkiye’nin birleşik komünist ve işçi partisinin programıyla, PKK’nin programı aynı birleşik devrimci amaca (Konfederal devrim amacına) sahip olacak olsa bile her birinin programı Türkiye’ye ve Kürdistan’a özgü farklı özellikler taşıyacaktır. Mesela Türkiye’de yakın hedef faşist rejime son vermek, Kürdistan’da yakın hedef sömürge boyunduruğunu kırmaktır. Daha pek çok özgünlükler sıralanabilir.
Asıl işi Türkiye’de faşist rejimi yıkarak Konfederal ortak devrime nitelikçe büyük katkı yapmak olan partilerin, Konfederal devrimci sürecin bugünkü öncü gücü PKK ile olan ilişkisinin karakteri nedir? Kimine göre bu ilişki “taktik” bir ittifak, kimine göre ise “stratejik” bir ittifaktır. Sözünü ettiğimiz tartışma sürecinde Türkiye’nin ve Kürdistan’ın devrimci partileri ortak bir programda birleştiğinde, bu partiler yine de “tek parti” olmayacaklardır ama, ilişkileri “ittifak” ilişkisi olmaktan çıkacaktır. Bunlar Türkiye’nin devrimci gücüyle, Kürdistanın devrimci gücü olarak, “kardeş partiler” olacaktır. Şu anda bile madem Konfederal devrimci amaçta birleşiyorlar, Türkiye’nin bütün komünist ve devrimci partileri ile PKK arasındaki ilişki “kardeş parti” ilişkisidir, öyle olmalıdır.
“Müttefik parti” kavramıyla “kardeş parti” kavramı birbirinden çok farklı kavramlardır. İttifaklar ister kısa vadeli, ister uzun vadeli olsun geçicidir. “Kardeş parti” kavramı ise sürekli ilişkiyi ifade eder, herkes kendi ülkesinde mücadele etse bile onların nihai amacı aynıdır. Birbirlerinin yardımına koşarlar, güçlü zayıf olana yardım eder. HBDH partilerinin yaptığı gibi onların silahlı mücadelesine kendi savaşçılarını bile gönderirler. Ama herkesin asli görevi kendi ülkesindeki sınıf mücadelesini örgütlemektir. Birbirleriyle birçok konuda görüş alışverişinde bulunabilir ve ortak mücadeleyi ilgilendiren konularda tartışmalar da yaparlar. Ama hiçbir parti bir başka ülkedeki kardeş partinin iç işlerine karışmaz, hele onun saflarında fraksiyon faaliyeti yapamaz, kardeş partinin ülkesinde ona alternatif örgütlenmeye kalkışamaz. Bunları yapan partiler kardeş parti değil, ilk fırsatta birbirlerinden kopacak ve birbirlerine karşı mücadele edecek müttefik güçlerdir. Burada ittifak ilişkileri eleştirilmiyor. Devrimci ittifaklar da değerlidir. Ama “kardeş parti” ilişkisi ittifak ilişkisine benzemez.
Günümüzde her devrimci parti “ittifak partisi” olmakla, “kardeş parti” olmak arasındaki farkı kavramalıdır. Çünkü pratikte bu mesele, TC sınırları içinde birbirinden her bakımdan farklı iki ülkenin varlığını kabul edip etmeme meselesidir. Sömürge kavramını kabul edip, “sömürgeyi de ben kurtarırım” anlayışı, hem bu örgütlerin çapını aşar, hem de sömürge halkının çoktan “ulusal kurtuluşçu ihtiyat kuvveti olmaktan çıktığı ve sosyal devrimin öncüsü olduğu gerçeğiyle bağdaşmaz.
Şimdi bir başka konuya geliyoruz.
Şu anda Konfederal devrimci sürece katılan PKK dışındaki partiler, gelecekte çeşitlilik içinde birleşme perspektifine sahip iseler aralarındaki ilişkileri de gözden geçirmelidirler. Bu ilişkiler geçmişin hastalıklı geleneğinden arındırılmalıdır.
Bu konuda 1974 ve sonrasında kendi partim TKP’nin tecrübesinden ve diğer devrimci partilerin uygulamalarından hareketle bu olumsuz geleneğe son vermenin temel ilkesine değinmek isterim. Partiyi güçlendirmenin yolu rakip sayılan partinin içine konspiratif yöntemlerle sızmak, kirli söylentilerle o partinin yönetimlerini yıpratmak, bölünmeleri teşvik etmek, o partinin üyelerini bu yöntemle kazanmak değildir. Bunun ideolojik mücadeleyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu konspiratif yöntemlerle istihbarat servislerinin yöntemleri arasında çok ince bir fark vardır. Sonuçlar, bir partiyi birkaç yüz üyeyle güçlendirse bile bir başka devrimci örgütü zayıflattığı için aynı kapıya çıkar. Partiyi güçlendirmek, işçi sınıfının, emekçi kitlelerinin mücadeleye atılan kesimleri arasındaki çalışmayla olur. Bu kitleleri kazanmak için farklı devrimci partiler arasındaki “rekabet” meşrudur. Ancak bu rekabet mücadele içinde olan grevcileri, nümayişçileri bölmeye yol açmadan, onların mücadelesine en militanca öncülük edildiği zaman meşruiyet kazanır. Birbirlerine rakip partiler bu mücadeleye birbirleriyle eylem birliği içinde katıldıkları ve mücadelenin ön safında sınıf düşmanına karşı daha gözü kara direnme yarışı içinde oldukları, bu mücadeleye birbirlerinden daha doğru görüşlerle yön verdikleri zaman örgütlerini güçlendireceklerdir.
Oysa biz, yıllar boyunca “hazıra konma”ya çalıştık. Grevcileri, işgalcileri, nümayişçileri kazanmak için çalıştığımızdan daha çok, zaten kazanılmış işçileri, aydınları, öğrencileri öteki partilerin saflarından kopartarak “kazanmak” için “yeniden paylaşım savaşları” verdik. Bu pratik, devrimci örgütler arasındaki güven duygusunu havaya uçurmuştur. Giderek her türlü eylem birliği ve birlik çalışmaları, birbirinin kuyusunu kazmaya dönüşmüştür. Birlikten söz ederken birleşmeye çalıştığımız örgütteki bölünmeye sevinmenin sonuçları, kendi birliğimizi yok etmiştir.
Uluslararası Komünist Hareket’in ortak tüzüklerinde, bir başka partiden kopan komünisti partiye almak sıkı kurallara bağlanmıştır. TKP bu gibi durumlarda yerel örgütlere sınırlamalar getirmiş, bir başka partide yöneticilik yapan birinin TKP’ye üyeliğini Merkez Komitesi kararına bağlamıştır.
Özellikle illegal çalışan partiler için bu sıkı önlemler hayatidir. Polis bu partilere sızar. Sızdırdığı kişi önce o parti hakkında bilgi toplar. Gerekli sıkı önlemleri almayan illegal partilerde bu kişiler o partinin içinde hücreden hücreye atlar, o il komitesinden bu il komitesine dolaşır. O partideki görevini tamamladıktan sonra, parti içinde fraksiyoncu faaliyete başlar. Amacı kendini partiden attırmaktır. Atıldığı zaman o partiden kopardığı beş on, belki yüz üyeyle birlikte diğer illegal partinin kapısını çalar. İşte bu noktada “hazıra konma” alışkanlığındaki parti, oyuna gelen üyelerin arasında polis ajanını da örgüte kendi eliyle almış olur. Birçok illegal partinin tarihinde bu “gezgin komünistler”in büyük yıkımlar yarattığı yazılıdır.
Demem o ki, hem partiler arasında güven duygusunu yok eden, hem de parti gizliliğinin güvenliğini mahveden bu “hazıra konma” geleneğinden kesinlikle vaz geçilmelidir.
Şu ya da bu parti içinde bizim partimizin görüşlerine yakınlık duyan kişilere kendi partilerinde çalışmalarını, partilerinin birliğine yıkacak sekterliklerden kaçınmalarını, partilerinin gizliliğini bozmamalarını, bize sempati duysalar bile partinin gizliliği ile ilgili en küçük bilgileri bile bize vermemelerini telkin etmeliyiz. Dört yanı düşmanla çevrili devrimci partileri, onlarla ne denli farklı görüşlere sahip olursak olalım korumak her birimizin boyun borcudur.
Böyle bir ahlaki tutumun dayandığı temel şudur: Uzun tarihsel pratik bize diğer devrimci örgütleri yok ederek güçlenemeyeceğimizi öğretmekle kalmamış, aynı zamanda Konfederal devrimci süreçteki “siper yoldaşlığımız”, gelecekte hepimizin aynı amaç etrafında çok daha birleşik bir güç olacağımızı da öğretmiştir.
İnsan gelecekte birlik olacağına düşmanlık etmez.