Memleketimizden Dönek Manzaraları

Memleketimizden Dönek Manzaraları

Dünya Korona Virüs salgını etkisinde kırılıyor. Tüm kapitalist-emperyalist devletlerde bugüne kadar işgücü sömrüsü altında ezilen işçi ve emekçiler göründüğü ve bu sömürü düzeni için doğal olduğu gibi Korona Virüs salgını sürecinde de paylarına düşeni fazlasıyla alacaklar. Korona Virüs süreci işçi ve emekçiler için yeni ve katmerli bir sömürü aracı halline gelecek. Birçok işçi işinden olacak, gündelik çalışanlar sıfır gelir durumuna düşecek, işsizler ve emeklilerin var olan ekonomik sorunları katlanacak. Kısacası toplumun en geniş kesimini oluşturan işçi ve emekçiler daha da yoksullaşacak. Ekonomik durum bu yönde seyir ederken, Korona Virüs salgınından sağlık açısından en çok etkilenenler de yine işçi, emekçi ve yoksullar olacak. Belki milyonlarca işçi ve emekçi çok sağlıksız ve korunaksız şartlar altında çalışmaya devam ettirilecek, salgından etkilenecek, ölecek ve bu gerçek kimsenin umurunda olmayacak. Sağlık emekçileri hekiminden, hemşiresine, hasta bakıcısından temizlik elemanına, laborantından ambulans şoförüne kadar çok zor ve tehlikeli şartlar altında korunaksız olarak çalıştırılacak. Çalıştırılarak kalmayacak, üstüne aynen hizmet sektörünün kimi alanlarında uygulanacağı gibi karşılıksız fazla mesai ücreti almadan gece-gündüz çalıştırılacaklar. Daha bugünlerde yeni düzenlemeler uyarınca marketlerin çalışma saatleri düzenlenirken market emekçilerinin günde 14 saatlere kadar çalışmaları planlanıyor. Siz bir de sağlık emekçilerinin durumunu düşünün. Diğer yandan burjuvazi için ekonomik açıdan stratejik gelir elde edilen fabrika ve işletmelerde işlerin durdurulmayacağı üzerine tartışılıyor. İnşaat sektörü alanındaki şantiyeler için de aynı durum ön görülüyor. Bir yandan insanlara korunmak için evden çalışma öğütleri verilirken, diğer yandan en tehlikeli iş kollarında mesaileri sürdürmeyi planlamak gibi bir tezat ile karşı karşıyayız. Tezat derken şaşırmayalım. Burjuvazi ve onun iktidarı köle olarak gördüğü işçi sınıfını salgın koşullarında tam da kölece çalıştırmayı planlıyor. Çünkü çarkların durması ekonomik ve politik olarak onların sonu olacaktır.

Hal böyleyken geçmişlerinde Türkiye Komünist Partisi’nin en üst düzeyinde, Politik Bürosu’nda görev yapmış, hatta bir tanesi de MK Genel Sekreterliği’ni yürütmüş üç “örnek” insanın yazdıkları ve çizdiklerinden söz etmek istiyoruz.

Birincisi; Genel Sekreter Haydar Kutlu olarak bildiğimiz sivil resmi adıyla Nabi Yağcı. Kendisinin aklına bu kadar sınıfsal sorun varken bakın ne gelmiş. 23 Mart tarihli Facebook paylaşımından alıntılayalım: ”(…) Şimdilik sanal medyada İhtiyarlar Meclisi için sadece bir çağrı yapıyorum. Yalnızca, ‘Ben de varım’ demek yeterli. Kendi katkılarınızla bu projeyi zenginleştirebilirsiniz. Yarın bu salgın durduğunda kurumsal olarak da Kentlerde İhtiyarlar Meclisi, mahallelerde, köylerde İhtiyarlar Heyetini kurmayı öneriyorum. Bizim idari geleneğimiz içinde de var bu kurum. Salgın durduğunda kalan sağlar birleşir bu kurumun statüsünü belirlerler. Sembolümüz baston olmalı. Bastona ihtiyaç duymasak bile bastonlarımızı alıp o toplantılara katılmalıyız. Ancak elimizdeki bastonlar aşağıya değil yukarı kalkık olmalı, dikine durmalı, işimizin bitmediği anlamına…” Vah vah vah demekten başka aklımıza bir ifade gelmiyor.

İkincisi; Zülfü Dicleli. "Müthiş yetenekleri" ve birden fazla yabancı dil bilgisi ama zerre kadar Marksizm-Leninizm’den nasibini alamamış, likidasyon girişiminin mimarlarından eski Politbüro üyemiz. Dicleli’nin nehrin öbür yakasına geçtiği epey oldu. Bırakın Leninizmi, onu zaten bir terör rejimi olarak görüyor, Marksizmin de günümüz ekonomik ve politik sorunlarına yanıt vermediğini düşünüyor. Ama Korona Virüs salgını olunca sıkışmış. Bir şeyler yazması gerekiyor. Aklınca gündemde kalacak ya. O da kişisel blog sitesinden paylaştığı yazıda kavramları “seçerek” kullanmak durumunda kalmış. İşçi sınıfından, sınıf savaşımından, savaşsız ve sömürüsüz bir dünyadan, sosyalizmden söz etmemek için aşırı derecede zorlanmış ve ortaya şöyle liberal burjuva bir sonuç çıkmış. Onu da alıntılıyoruz: “(…) Tarihi yapanlar sıradan insanlardır tarih kitaplarının yazdığı krallar, komutanlar, liderler, efendiler değil. Piramitleri, muhteşem tapınakları inşa edenler onlardı, savaşları kazananlar, tarlaları sürenler, makineleri çalıştıranlar, çocuklarımıza öğretmenlik yapanlar hep onlardı, alınteri ve göz nuruyla yaşamı her gün yeniden üretenler… Şimdi bir kere daha insanlığı onlar kurtarıyor ve görüyoruz onların daha örgütlü olduğu ülkeler salgın karşısında daha dayanıklılar.

Bu hakikat yarın daha açık görülecektir. Ve paylaşılan duyguların muazzam bir gücü vardır. Onun için sıradan insanların hak ettiklerini aldığı bir sosyal düzen, sözlerini söyleyip yönetime katılabildikleri bir demokrasi ve yeryüzüyle uyum içinde yaşayabilecekleri bir dünya sistemi talebi yarın çok daha fazla duyulacaktır. Salgını büyük olasılıkla tüm dünyada kent meydanlarından yükselecek seslerin yeni bir dalgası izleyecektir. (…)” Tarih sınıflar savaşımının tarihidir” diyememesi bu saatten sonra çok doğal. Ne idüğü belirsiz bir “sosyal düzen”, “demokrasi” ve adını dahi ağzına almaya korktuğu işçi sınıfı kavramı. Bunları dillendirse bu güne kadar Marksizm-Leninizm’e karşı çıkarken savunduğu tüm görüşleri çürüyeceği için imtinayla o kavramlardan uzak duruyor.

Üçüncüsü; Veysi Sarısözen. Zülfü Dicleli popüler olmadan önce Parti MK’sının İdeolojik Bürosu’nun sekreteri ve Politbüro üyesi. Daha sonra ise anlaşılmaz bir biçimde Gorbaçovcu sözde “yenilenme” çizgisinin “görünürde” en ateşli savunucularından. Kendisinin hiç bir zaman inanmadan bu savunuculuğu yaptığını ve işlediği en büyük parti suçunun da doğru bildiği görüşleri savunmamak olduğunu hepimiz biliyoruz. 1986-1992 yılları arasında “artık sınıf savaşımının dönemi geçmiştir, dünyada global sorunlar vardır, bunlar da bütün insanlığı sorunlarıdır, savaş ve barış veya çevre sorunları gibi. Bugün nükleer bir savaş çıksa bunun kazananı olmayacaktır. Onun için ‘barış içinde yan yana yaşama’ politikasını uygulamamız lazımdır” mealinde görüşleri inanmadığı halde yüksek sesle savunan arkadaşımız bakın bu salgın günlerinde Yeni Özgür Politika Gazetesi’ndeki köşesinde 18 Mart 2020 tarihinde ne yazmış: “(…) Salgın hastalık sorunu, ‘sınıfsal olmayanla yani global olanla sınıfsal olanın’ diyalektiğini içinde barındırır. Virüs sınıf farkı tanımaz. Bu sorunun ‘global’ kısmıdır. Ama buradan ‘madem virüs sınıf farkı tanımıyor, o halde virüs karşısında hepimiz kardeşiz, o halde kavgaya son verelim’ demek de doğru olmaz.

Vaktiyle Gorbaçov dönemi Sovyetler Birliği ‘pek çok sorunun global karakter’ taşıdığı gerçeğinden hareketle, dünya sosyalizminin dünya kapitalizmiyle bu sorunları çözme konusunda işbirliği yapabileceğini öne sürmüş, bu yolla ‘soğuk savaşa’ son vermeyi düşünmüştü. ‘Nükleer tehlike, salgın hastalıklar, açlık, iklim krizi’ bu gibi global sorunlar olarak sıralanmıştı. Bu amaçla Sovyetler Birliği emperyalist kapitalizme karşı mücadeleyi adım adım sınırladı. Sonra ne oldu? ABD ayakta kaldı, Sovyetler Birliği bir ‘global sorun’ ile birlikte, Çernobil faciasının etkileri, ABD’nin nükleer silahlanma yarışını, yani en tehlikeli global sorunu Sovyet ekonomisinin dayanamayacağı evreye tırmandırması ve Sovyet bünyesinin ‘bürokratikleşme virüsü yüzünden bağışıklığını kaybetmesi’ ile birlikte vefat etti. ‘Virüs bizi birleştirdi’ diyerek ‘kavgaya’ son veren fukara insan kendi ölümünü hazırlar. Çünkü işçi çaresiz kaldığı için ne kadar patronu ve onun devletini ‘kardeşim benim’ diyerek öpmeye kalkarsa, o kadar virüs kapar. İşten atılır, atılınca ölür. (…)” Veysi Sarısözen, aktif politikanın içinde olmayı sürdürdüğü için daha fazla kıvıramamış ve yıllardır açık açık söyleyemediği bir dizi görüşünü bu yazı ile kağıda dökmüş. Demek ki neymiş? Global sorunlar olsa dahi çözümü sınıfsalmış. A be Zaro yoldaş. Neden bunu bildiğin halde yıllarca inanmadığın reformist görüşlerin propagandistliğini yaptın? Artık çok geç oldu ama bu görüşleri ifade etmen dahi diğerleri ile karşılaştırırsan büyük önem taşıyor.

Türkçede bir söz vardır; “En iyi derviş, döne döne ölmüş”. Acı ama gerçek. Tam da bu durumu resmeden alıntılar ile güncel ve bir o kadar da yakıcı bir sorun karşısında memleketimizden birkaç dönek manzarasını sizinle paylaşmak istedik. İlk ikisi 180 derece dönüş yapmış. Sonuncusu ise kalemine hakim olamayıp bir günlüğe mahsus 360 derece. Ama o kadar. Artık  “geçmişin hatırına” bunlara umut bağlamayın.