Partimizin 97. Yılında Politik - Programatik Hattımızın Özü

Partimizin 97. Yılında Politik - Programatik Hattımızın Özü

Partimiz savaş tarihi boyunca çeşitli evrelerden geçmiştir. Bu evrelerin nitelikleri her zaman ulusal ve uluslararası koşullar ile bu iki alanda sınıfsal güçlerin yeralımına göre belirlenmiştir. Komünist idelerin yükselme ve tüm halkları kapsayıcı dönemde kurulan partimiz, uluslararası alanda sosyalizm kuruculuğunun yaşadığı tüm dönemlerin, inişlerin, çıkışların ve ilerleme ile gerilemelerin sadece şahidi olmamış, tüm bu gelişmelerden doğrudan etkilenmiştir.

TKP, Osmanlı İmparatorluğu sonrası ülkenin geleceğine yönelik süreç içinde bulunmuş ve o dönemin sözde ilerici burjuva güçleri ile yürüyen sınıf savaşımı içinde önce önderliğini yitirmiş ardından da yasaklanmıştır. Eylül 1920 yılında kurulan, Ocak 1921’de önderliği katledilen parti Eylül 1922’de yasaklanmıştır. Bu tarihleri doğru irdelemek gerekir. 23 Nisan 1920 ile 29 Ekim 1923 arası dönem işbirlikçi burjuvazinin kendi rejimini kurma sürecidir.

Partimiz üzerindeki yasağın bugüne dek sürüyor olması da o günkü devlet anlayışı ile bugünkü arasında niteliksel bir farklılık olmadığının komünistler açısından ispatıdır. Bunu görmeyen gözler ve algılamayan beyinler var olduğu için bu olgunun altını tekrar çizmek zorunda kaldık.

Partimizin tartışılan program taslağında bu tarihin izdüşümü yer almaktadır. Program taslağına bu gözle bakmak gerekir. Bugüne kadarki savaş tarihimizden çıkan sonuçlar bundan sonraki yönelimin ana doğrultusunu oluşturmaktadır. Programa bu hassasiyetle yaklaşmak doğru olacaktır. Bugüne kadarki yaşanmışlıklar dikkate alınıp değerlendirildiğinde programdaki politik yaklaşımlar daha iyi anlaşılacaktır.

Kemalizm değerlendirmesi, Kürt ulusal sorununun çözümü, sosyalist devrim stratejisi ve mücadele biçimleri ile sosyalizm tahayyülümüz alanlarında somut açılımlar içermektedir. Bu başlıkları derinlemesine algılamak önem taşımaktadır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ‘sözde’ olarak nitelemiyoruz, çünkü başta işçi, emekçi ve köylüler olmak üzere halk güçleri ile politik alanda başta komünistler olmak üzere tüm ilerici, yurtsever, demokratik güçler bu mücadelede fiili olarak aktif yer almışlardır. Bu yeralış da, izledikleri strateji de yok sayılmamalıdır. Ancak, bu mücadelenin emperyalizm ile işbirliği içindeki burjuvazi tarafından emperyalizme bağımlı ve kapitalist düzene yönelmesi görülmelidir. Bu anlamda Ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşarak Sosyal Kurtuluş Savaşına yükseltilememiştir. Emperyalist işgal güçleri ülkeyi savaşmadan terk etmişlerdir. Bu süreçte verilen şehit sayısı 240 bindir. Her cephede sıcak savaş sonucunda sonuç alınmak istenseydi ve kendiliklerinden çekilmeselerdi şehit sayısının en az on katı olması doğal olurdu. Sovyetler Birliği Büyük Anayurt Savaşında 24 milyon şehit vermiştir. Bazen sayıları anımsamakta yarar vardır. Ve resmi tarih kitapları ile devlet söylemlerinde Ulusal Kurtuluş Savaşı şehitlerinin sayılarının neden dile getirilmediğini düşünmemiz yanlış olmayacaktır.

Bu sonucun çıkması tesadüf değildir. 1917 Büyük Ekim Devrimi’nin dünya çapında beklenmeyen etkileri ve Anadolu, Balkan, Mezopotamya halklarında yarattığı umut bir olgudur. Diğer yandan devrim sonrası sosyalizm kuruculuğuna geçilmeden sürecin karşı-devrim ile sonuçlandırılması hedeflenmiş, iç savaş körüklenmiş, sabotajlar ve suikastler ile Rusya’da sosyalizm kuruluşu engellenmeye çalışılmıştır. Tüm yöntemleri kullanılmasına karşın başarılı olunamayınca ve sosyalizmin etkisi daha da artınca emperyalist merkezler Sevr’den çark ederek Lozan Anlaşması ile Türkiye’ye yön vermişlerdir. Bu şekilde Türkiye’yi kendi dümen sularına sokarak ulusal bağımsızlıktan, özgürlükten, ilerlemeden ve sosyalizmden yana tüm güçleri ezmişlerdir. Anadolu’da yaşayan farklı milliyetlerin, din, mezhep ve kültürlerin de eşit koşullarda bir arada yaşamasını engellemeleri de bu stratejinin parçasıdır.

Aynı süreçte Almanya’da olgunlaşan devrim koşulları da özellikle reformist ve emperyalizm ile işbirliği içinde olan sosyal-demokratlar eliyle bastırılmıştır. 1918 Kasım Devrimi tüm olanaklar seferber edilerek bastırılırken Ocak 1919’da Almanya Komünist Partisi KPD’nin önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht hunharca katledilmişlerdir. Türkiye’deki ile benzerlik taşıması şaşırtıcı değil. Uluslararası anti-komünist stratejinin eylem halinin iki ayrı ülkedeki yansımaları.

Ortak nokta, gerek Almanya ve de gerekse Türkiye’de emperyalizmi ve işbirlikçilerini tehdit eden sosyalist devrim korkusudur. Sovyet Rusya’da sosyalizm kuruculuğuna geçişin engellenememesidir. Önlem alıyorlar ve hiç bir gelişmeyi riske atmamak için cinayet işliyorlar. Bizce şaşırtıcı değil. Sınıf savaşımının doğası gereği. Cinayetler bugün de sürüyor. Buradan çıkarılacak en önemli sonuç 1) burjuvazinin devlet aygıtı yıkılıp parçalanmalıdır, 2) proletarya diktatörlüğü kurulmalıdır. Bu iki görev yerine getirilmediğinde emperyalizm kimsenin gözünün yaşına bakmayacaktır.

Çıkarılması gereken diğer bir sonuç şudur: Burjuvazi’nin işlediği cinayetler birer adli vakıa gibi değerlendirilip kanıksanmamalıdır. Sınıf kini ve burjuvazi ile göğüs göğüse çarpışma bunu gerektirir. Dolayısıyla, genel olarak emperyalizm ve burjuvazi, özelde ise Kemalizm ve işbirlikçi oligarşi hakkında, ve de onların 94 yıl önce kurup bugüne kadar aynı doktrin vasıtasıyla taşıyıp getirdikleri kapitalist cumhuriyet konusunda ilkesel olacağız, düşmanı iyi tanıyacağız, taviz vermeyeceğiz ve bazılarının yaptığı gibi ‘yağlarımızı eritmeden’ savaşacağız. Onları ve onların cumhuriyetini yok edeceğiz. Bu cumhuriyetin sınıfsal açıdan bakıldığında, ilerisi, gerisi, kazanımları vb yoktur.

Türkiye Komünist Partisi programı bu temeller üzerine kurulmuştur. Program taslağının kimi yerlerini eleştirebiliriz, iyileştirici ve geliştirici öneriler yapabiliriz ama temel ilkesel konuları bir milim dahi yerinden oynatamayız. Bunu yaptığımız anda TKP’nin varlık nedeni ortadan kalkar. Adı TKP olan ama o isme nitelik olarak uymayan bir yapı ortaya çıkar ki, onlardan işbirlikçi oligarşi ve TC devleti sayesinde ülkemizde bolca var. Bir tane daha olması gerekmiyor.

Bu açıklıkla devam edersek, bu mücadeleye komünist partisi saflarında katılmak isteyenlerin yeri 1920’de kurulmuş ve 1922’de yasaklanmış, Suphi’lerin, Bilen’lerin, Deniz’lerin, Tayfun’ların TKP’sidir. Merkez Organı Bilen yoldaş tarafından kurulan ve adı ATILIM olan TKP’dir. Bu konuda mütevazi olmamıza da bu söylemi yumuşatmamıza da gerek yoktur. Çünkü, gerçek budur ve bunun dışında partimizin adını kullanmaya çalışan oluşumların tümünün ipleri doğrudan veya dolaylı ama muhakkak TC devletinin elindedir.

Bu çerçeveden bakıldığında Kürt ulusal sorununa yaklaşım cumhuriyetçi doktrinin tamamen dışında çözülmek zorunda olan bir sorundur. Çünkü, bu sorunun zamanında çözülmemesinin ve imha inkar politikalarının temelinde yatan Kemalist ulus-devlet anlayışıdır. Bu anlayış Türk milliyetçisi ve İslam’ın sadece Sünni - Hanefi mezhepçiliğidir. Türkiye’de ise hem farklı milliyetler, hem de farklı din ve mezhepler yaşamaktadır. En başta da kapitalist devlet nedeniyle en başta sömürülen bir işçi sınıfı mevcuttur. Buradan çıkan sonuç, işçi sınıfının öncülüğünde bu sömürü düzenine son verirken ulusal, dinsel, kültürel sorunların da çözülmesi görevidir.

İşçi sınıfının öncülüğünde TC devleti ile çıkarları nesnel olarak çelişen en geniş kesimleri birleştirip devrim sürecini örgütlemek TKP’nin bağlaşıkları ile yerine getireceği bir görevdir. Bu sürecin nasıl gelişeceğini bugünden reçete gibi belirlemek mümkün değildir. Ancak bugün sınıf mücadelesi içinde olan her siyasi çizginin görebileceği yalınlıkta bir gerçek vardır. Komünist olmayan, sosyalizm anlayışı komünistlerden farklılık gösteren, hatta sosyalist dahi olmayan ilerici, yurtsever, demokrat siyasi çizgiler var olan kapitalist devletin yıkılmasında komünistler ile birlikte rol oynayabilirler. Başka türlü ifade edersek işçi sınıfının öncülüğünde bir devrimci sürece katılabilirler. Bugünkü realiteyi görmezden gelerek ve sosyalist devrimin ordusunu mücadele süreçleri içinde örgütlemeden keskin sloganlar üretmek siyasi gevezelik ve mücadele etmemenin gerekçesini yaratmak ile eş anlamlıdır. Bu tür tehlikeli akımlar ile ideolojik mücadele ihmal edilmemesi gereken bir ödevdir.

Reel Sosyalizm’in deneyleri bizlere çok katkı sunmuştur. Başarılarından öğreneceğimiz kadar eksikliklerden ve uygulamadaki yanlışlardan da öğrenmek zorundayız. Program bu konulara da bir programın yaklaşabileceği kadar özet de olsa yaklaşıyor. Bu tartışmaları ve deneyleri sürdürmek partinin asli ideolojik çalışmalarının önemli bir alanıdır.

Türkiye Komünist Partisi, Türkiye için belirleyici bir politik örgüttür. Bu tespite uygun çalışmak ve gereğini yapmak da her parti militanının görevidir. 97 yıldır saldırı altında savaşıyoruz. Daha da devam edecek. Bizim kuşağımızın, TKP’nin bugünkü militanlarının en önemli özelliği, tüm yaşanmış olumsuzluklara rağmen, ertelemeden, savunduklarımızın başka kuşaklar tarafından yaşama geçirileceğini düşünmeden, bizlerin bugün ve yarın yapacaklarımızı tarif etmektir. Parti programı ve politikaları çerçevesinde sıcak savaşı örgütlemektir. Parti tarihimiz bize başka bir çözüm yolu olmadığını öğretiyor. Bu gerçeği görmezden gelemeyiz ve gereğini yapmak konusunda ikircimli olmamalıyız. Bu niteliklere sahip olan parti kadroları, yani militanları partimizin utkan yarınlarının teminatıdır. 97. kuruluş yıldönümünde partimizin şehitlerinin bizden bekledikleri onların mücadelelerini utkuya ulaştırmamız ve anılarını yaşatmamızdır. Her kaybettiğimiz yoldaşımız için ifade ettiğimiz “Anısı mücadelemizde yaşayacaktır” sözü bu anlama gelmektedir.