Uluslararası Durum, Türkiye ve Devrimci Strateji

VI. KADRİ EROL YOLDAŞ KOMÜNİST HAMLESİ 10 Ekim 2021 - 29 Ocak 2022

Uluslararası Durum, Türkiye ve Devrimci Strateji

VI. Kadri Erol Yoldaş Komünist Hamlesi

Türkiye Komünist Partisi, Program tartışmalarına katkı sağlamak amacıyla birkaç konuya değinmek istiyoruz. TKP MK Sekreterliğinin tartışılmasını önerdiği on başlıktan kimileri ile ilgili görüş belirtiyoruz.

Uluslarası durumdaki gelişmeler konusunda birkaç söz sarfetmek gerekirse. 1917 Ekim Devrimi sonrası dünyada oluşan Sosyalist Sistemin ortadan kalkması ile sınıfsal güçlerin karşı karşıya durduğu ortam da yok olmuş oldu. Sosyalizm bir yanda, Emperyalizm diğer yanda, kafa kafaya bir karşıtlık ve çatışma ortamı söz konusuydu. Dünyanın tablosunu “iki kutuplu dünya” olarak adlandırılan durum belirliyordu. İdeolojik savaş “soğuk savaş” olarak niteleniyordu. Bizce bu kavram çok doğru bir kavram değil. Burjuvazi’nin uydurduğu “Demir Perde” kavramı gibi “Soğuk Savaş” kavramı da onlar tarafından kullanılan bir kavramdı. Komünistler uluslararası alanda iki sınıfsal gücün karşı karşıya gelişini “Sistemler Arası Savaş” olarak nitelendirirlerdi. O dönemde Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Dünya Sosyalist Sistemi ve ABD’nin başını çektiği Kapitalist-Emperyalist Sistem’in her alanda karşıtlığı söz konusuydu.

Buna ilaveten de “Bağlantısızlar Hareketi” oluşmuştu. Gerçi, “Bağlantısızlar Hareketi” bugün halen varlığını sürdürüyor, ancak o dönemdeki kadar önem taşımıyor. O dönemde Emperyalizmin savaş örgütü NATO karşısında, Sosyalist Devletler VAÖ (Varşova Anlaşması Örgütü)’nü oluşturmuşlardı. Örneğin Küba ve Yugoslavya gibi Sosyalist Devletler de VAÖ içinde yer almayıp “Bağlantısızlar Hareketi” içinde yer alıyorlardı. Yugoslayva Devlet Başkanı Tito ile Küba Devlet Başkanı Castro’nun “Bağlantısızlar Hareketi” içinde önder konumları vardı ve VAÖ ile yakın temasları söz konusuydu. Ortadoğu, Asya, Latin Amerika ve Afrika’da Ulusal Kurtuluş Savaşı veren halkları bağımsızlıklarını yeniş kazanan devletler, o dönemde uygulanan “Kapitalist olmayan kalkınma yolu” doğrultusunda siyasal ve ekonomik hat belirleyen ülkeler “Bağımsızlar Hareketi” üyesiydiler. Ortadoğu’da Suriye ve Irak ama aynı zamanda İran ve Mısır da da bu ülkeler arasında sayılması gereken bölgemiz açısından önemli devletlerdi. Bu devletlerin Sovyetler Birliği ve diğer Sosyalist Sistem üyesi ülkeler ile yakın ekonomik ve politik ilişkileri vardı. Askeri açıdan da VAÖ ile kurdukları bağlar nedeniyle NATO’nun gözünde birer dikendiler. Kısacası, Sovyetler Birliği sadece Dünya Sosyalist Sistemi vasıtasıyla değil, yüzden fazla devletin de “Bağlantısızlar Hareketi” içinde yer almasını destekleyerek ve onları meşru görerek, sayısal olarak önemli devletin de nötrleşmesini, tarafsızlaşmasını sağlayabilmişti. Fidel Castro’nun bu alandaki çalışmaları özellikle kayda değerdir.

Günümüzde Dünya Sosyalist Sistemi yok, Bağlantısızlar Hareketi var ama eski etkinliği söz konusu değil. Günümüzde Bağlantısızlar Hareketi daha fazla ABD Emperyalizminin baskı ve yaptırımlarına karşı bağımsız tavır alma amacıyla faaliyetlerini sürdürüyor, ancak bu alanda da eskisine göre dünya siyaseti alanında etkinliği azalmış durumdadır. Buraya bir nokta koyarken, önümüzdeki süreçlerde Bağlantısızlar Hareketi’nin tekrar daha işlevli bir rol oynayabileceğinin ve bunun koşullarının giderek geliştiğinin de altını çizmemiz gerekiyor.

Uluslararası arenada karışık bir durum söz konusu. Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın oluşturdukları “Şanghay İşbirliği Örgütü” var. Beş ülke tarafından kurulduğu için bu örgüte “Şanghay Beşlisi” adı da verilmektedir. Bu örgüte daha sonra Özbekistan, Hindistan, Pakistan ve en son İran da üye olarak katılmışlardır. Üye ülkeler, kendileri arasında sorun yaşayan, homojen olmayan bir yapıyı ifade etmektedirler. Bir anlamda, ABD ve AB’ye karşı bir Asya örgütü olarak kurulmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendisini Sosyalist bir ülke olarak nitelemesi haricinde, Kapitalist devletler olma ve Asya’da bulunma dışında, ABD ve AB ile rekabet dışında ortak paydaları yok denecek kadar azdır. ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı yürüteceği sıcak bir savaşta dahi bu ülkelerin kimilerinin ABD yanında yer alması olasıdır. Örneğin, “güvenlik” adı altında yürütülen ortak askeri savunma çalışmalarını Rusya ve Çin ortak olarak sürdürmekte kimi zamanlarda Kazakistan bu çalışmalar katılmaktadır. Diğerleri ile bırakın ortaklığı, Hindistan ile Pakistan, Çin ile Hindistan arasında askeri çatışmalar dahi söz konusudur.

Bunun dışında dünyada en etkin blok, ABD’nin başını çektiği ve AB ülkelerinin çoğunluğunun da üyesi olduğu NATO’dur. Yani “Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü”. Adından da anlaşılacağı gibi özünde ABD’nin çıkarlarını savunmak için 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1949’da kurulan savaş örgütü. NATO da, Dünya Sosyalist Sistemi’nin dağılması sonucu bir dizi eski VAÖ üyesi devleti NATO üyesi yapmıştır. AB’nin sınırlarını genişletmesine paralel olarak NATO’nun da sınırları genişletilmiştir. Bugün bütün amaçları, Rusya’nın burnunun dibindeki Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO üyesi yapmaktır. Rusya da bu adımı bir savaş nedeni olarak görmektedir ve kesinlikle müsaade etmeyeceğini defalarca açıklamıştır.

ABD’nin NATO’nun da dışında, Çin’i ve Rusya’yı da hedef alan, İngiltere ile UKUSA (yani Birleşik Krallık ve ABD) adını taşıyan kurduğu yeni bir örgüt vardır. Bu örgüt sözde uluslararası alanda elektronik istihbarat alanında faaliyet yürütecek bir örgüttür ve Birleşik Krallık ile ABD dışında, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda da bu örgüte dahil edilmişlerdir. Bu örgüt AB üyesi NATO ülkeleri, başta Almanya ve Fransa için bir rahatsızlık noktasıdır.

Son tahlilde bu kadar karmaşanın içinde uluslararası düzeyde ABD ve en yakın NATO müttefikleri ile Çin ve Rusya’nın karşı karşıya gelişleri söz konusudur. Oluşan tablo aslında 1. Dünya Savaşı öncesi dönemin İmparatorlukları arasında yaşanan çatışma ve savaşları andırmaktadır. Dünya Sosyalist Sistemi’nin dağılması, tek kutuplu dünyada, kapitalistler ve emperyalistler arası çatışmaların farklı örgütlenmelere yöneldikleri bir tabloyu ortaya çıkarmıştır.

Partimiz, NATO ve tüm uluslararası emperyalist anlaşmalardan çıkılmasını ön görmektedir. Doğaldır ki, Türkiye’de devrimci sürecin başarıyla sonuçlanması sonucunda başta NATO olmak üzere tüm uluslararası emperyalist anlaşmalardan çıkılması ülkeyi ambargolar ve çatışma dahil her türlü tehlike ile karşı karşıya bırakacaktır. Bu sorunun üstesinden gelmek, başta partimiz olmak üzere tüm devrimci güçlerin cephesinin görevi olacaktır ve bunu aşmak mümkündür.

Bugün için ele alınması gereken sorun, kapitalistler ve emperyalistler arası rekabet ve çatışmada nasıl konum alınacağı sorunudur. Bu konuda da politikamız net olmalıdır. Tabii ki Rusya ve Çin, ABD ve NATO ülkeleri ile olan rekabetlerinde objektif olarak, kendi çıkarları da onu gerektirdiğinden dolayı anti-emperyalist olarak nitelenebilecek bir duruş sergiliyorlar. Buna anti-emperyalist demek yerine anti-NATO ve anti-ABD demek daha doğru olacaktır. Fakat unutulmamalıdır ki, tüm çelişki ve çatışmalarına rağmen, ABD ve Rusya veya ABD ve Çin uluslararası veya bölgesel konularda ortak kararlar alıp hareket etmektedirler. Bu konuda en sıcak örnek Suriye ve Irak’tır. ABD ve Rusya kimi konularda karşı karşıya gelmelerine rağmen Suriye politikalarını karşılıklı istişareler ve kararlarla belirlemektedirler.

Bu durumda bizin politikamız, iki tarafa da eşit uzaklıkta ve mesafede “aktif tarafsızlık” politikası olmalıdır. İki taraf da kapitalist ve emperyalist niteliklere sahip olduklarına göre, ve aralarında çelişkiler de olduğunu bildiğimiz için Türkiye ve Kürdistan’daki sınıf savaşımının çıkarları hangi taktik ve politikaları uygulamayı dayatıyorsa o alanda ve sadece o konularda sınıf mücadelesinin önünü açacak ve geliştirecek politikalar belirlemeliyiz. Bu konu ABD ve Rusya’nın faşist Saray rejimi ile girdikleri ilişkilerde de geçerlidir. Gerek askeri, gerek ekonomik ve gerekse politik alanda faşist Saray rejimini hangi politik tavrımız geriletiyorsa, ona zarar veriyorsa, bölgedeki dengeler devrimci güçler açısından hangi politikaları izlemeyi şart koşuyorsa o konuda esnek ve taktiksel yaklaşacak politikalar belirlemek zorundayız. Son tahlilde bizim politikalarımızı Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin gereksinimleri belirlemelidir ve devrimci süreci geliştirecek her adımı atmaya hazır olmalıyız. Bu yaklaşım 1917 Rus Devriminde de, Çin Devriminde de, Vietnam ve Küba devrimlerinde de böyle olmuştur. Dayanacağın ve güç alacağın Sovyetler Birliği ve Sosyalist Sitem gibi uluslararası belirleyici bir güç yoksa “aktif tarafsızlık” ve esnek taktiksel politika, stratejik zaferlerin yolunu açacaktır.