Emperyalist-Kapitalist Sistem’in ekonomik krizi ne zaman sirküler olarak derinleşse, dünyada savaş ocaklarının da sayıları artıyor veya potansiyel savaş ocaklarında savaşlar kızışıyor. İnsanların ölmesi, şehirlerin yakılıp yıkılması, doğanın zarar görmesi maalesef savaş tacirleri için hiç ama hiç bir şey ifade etmiyor. Onlar için tek kıstas vahşi sömürü düzenlerinin devamını sağlamak.
Barış içinde yaşayan bir dünya emperyalist-kapitalist sistemin sonu demektir. Çünkü barış ortamında demokrasi gelişeceği gibi, demokrasinin gelişmesi de barışın hakim olmasını sigortasıdır. Bu açıdan bakıldığında barış ile demokrasi arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Barış demokrasiyi, demokrasi de barışı tetikler.
Barış ve demokrasinin hakim olduğu bir dünyada ise özgürlük doğar. Gerçek özgürlük bizim açımızdan sosyalizm demektir. Çünkü savaş ve baskı rejimlerinin olmadığı bir dünyada burjuvaziye yaşam hakkı kalmamış demektir.
Barış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının birbirleriyle bu derece karşılıklı ilişki içinde olduğunu yığınların bilincine çıkarmak gerekiyor. Ancak, ne yazık ki bu bilinç henüz devrim ve sosyalizm için mücadele ettiğini düşünen bir dizi akım içinde oluşmuş değil. Barış ve demokrasi için mücadelenin sosyalizm için mücadele açısından içerdiği diyalektiği kavramış değiller.
Yazımızı Lenin’in bu konuda yaptığı tespit ile bitirelim: “Sosyalistler halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz yine de burjuva pasifistleri ve anarşistlerden farklıdır. Herşeyden önce biz, bir yanda savaşlar ile diğer yandan ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığın, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz.”