Türkiye demokratik kamuoyu nasıl bir siyasi durum ile karşı karşıya olduğunu doğru irdelemek durumundadır. Bu konuda eksik değerlendirmeler olduğu düşüncesindeyiz.
Türkiye egemen sınıfları R.T. Erdoğan ve AKP eliyle islami-faşist bir diktatörlüğü kurumsallaştırma yönünde hızlı adımlar ile ilerliyor. Ancak, bunların İslam’ı kitapta yazan İslam değildir. Onun için bunu Türkçülük sosuyla zenginleştirip sunuyorlar. Türk-İslam Sentezi dedikleri ve 12 Eylül faşizmi döneminde temelleri atılan politika bugün eksiksiz uygulama dönemine geçmiştir. 12 Eylül döneminde İslam vurgusu gizli idi. Öne çıkan militarist Kemalist anlayış temelindeki Türkçülük idi. İslam vurgusu dönem dönem öne çıkarıldı veya geri çekildi. Ancak sonunda ulaşılmak istenen yere ulaşıldı.
Faşist güçlerin, özellikle de onların en azgın ve terörist kesimlerinin, Ergenekoncu faşist askeri güçlerin, ulusalcı maskeli milliyetçilerin bugün gerici ve çarpık İslamcı anlayışla bütünleşmeleri, 12 Eylül 1980 faşist darbesini kurgulayan ve uygulatan ABD emperyalistlerinin çizdiği yolun gerçekleşmesidir. Sovyetler Birliği’ne karşı “Yeşil Kuşak” projesinin güncellenmiş halidir.
Türkiye işbirlikçi tekelci burjuvazisi, geleneksel “Beyaz” sermayesi ve devşirme “Anadolu” sermayesi ile bir bütün olarak bu projenin arkasındadır. Türkiye’de İslam adı altında son on beş yılda korkunç bir talan ekonomisi yaratılmış, faizci, tefeci, zimmetçi, hırsız, dolandırıcı, fırsatçı, israfçı bir ekonomik politika sistemleştirilmiştir. İslamın tüm kurallarının tersine işletildiği bu sistem ezilen ve sömürülen kitlelerin dini hassasiyetleri ve duyguları istismar edilerek kurumsallaştırılmıştır.
Din istismarının yeterli olmadığı noktada milliyetçilik ile desteklenmiş ve İslamın ümmetçi anlayışının tamamen tersi olan Türkçü faşist duygular körüklenmek yoluyla boşluklar kapatılmıştır. Bunun sonucunda ortaya bugünkü tablo çıkmıştır.
Bu kurgu 1979 yılında ABD emperyalistlerinin, Arap gericiliği ile kol kola Afganistan Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne karşı başlattıkları savaşın devamıdır. Afganistan, İran, Irak, Tunus, Libya, Mısır ve en sonunda Suriye ile bütün bölge ateş çemberine dönüştürülmüştür. Türkiye ise İsrail ve Suudi Arabistan ile birlikte ABD emperyalistlerinin bölgedeki sadık müttefikleri olarak bu planın bölgesel uygulayıcıları olmuşlardır. Türkiye’de 12 Eylül 1980 faşist darbesi ile başlatılan değişimin bugün geldiği aşama bu genel bölgesel projenin gereğidir.
Bugün bölgede Suriye, Irak ve İran rejimlerinin dışında bu projeye en büyük engel Kürt halkının dört parçada uyanan ve gelişen mücadelesidir. Özellikle Türkiye temelinde yürütülen ve tüm parçaları etkileyen Kürt Ulusal Demokratik mücadelesi bir ulusal kurtuluş ve özgürlük mücadelesi niteliğine yükselerek ABD emperyalistlerinin ve onların Türkiye’deki yerli işbirlikçilerinin planlarını alt üst etmiştir.
Türkiye oligarşisi, farklı yöntemler ile Kürt ulusal demokratik mücadelesini kontrol altına almak, sistem içinde tutmak için çaba sarfetmiştir. “Çözüm süreci” adı altında kurgulanan süreç bu amacın yerine getirilmesi için gerçekleştirilmeye çalışılan yanıltıcı ve sinsi bir plan idi. Kürt ulusal demokratik hareketi ise, “Kürt ulusal sorununun çözümü Türkiye’nin toplumsal ve politik sorunlarının çözümünden bağımsız değildir” gerçeğinden yola çıkarak, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ve ezilen yoksul emekçi halkları için ortak mücadele rotasına girmiştir. “Türkiye demokratikleşmeden Kürt ulusal sorunu çözülmez, Kürt ulusal sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez” diyalektiği temelinde ülkede güçlü bir devrimci demokratik muhalefet hareketi yaratılabilmiştir. HDK ve HDP bu politikanın ifadesidir.
Bugün CHP, söylemdeki tüm AKP karşıtlığına karşın, TC’nin kurucu iradesinin politik örgütü olarak, devlet anlayışı itibarıyla, doktriner olarak AKP ile uzlaşmıştır. AKP’nin 7 Haziran 2015 seçim yenilgisi ertesinde CHP’nin izlediği politik çizgi bunu ifade eder. Değilse, 7 Haziran’da aldığı önemli darbe karşısında Erdoğan ve AKP’nin TC devletinin tüm iradi güçlerini biraraya getirerek darbe yapması mümkün olmazdı. Bu darbe kanlı olmuştur. 7 Haziran seçim sürecinde uygulanan terör ile önleyici tedbirler alınmış, - ki 5 Haziran Diyarbakır katliamının anlamı budur - bu tedbirler sonuç vermeyip yenilgi gerçekleşince 20 Temmuz Suruç katliamı ile düğmeye basılmış, 10 Ekim Ankara katliamı ile devlet “gücünü” göstermiştir. Bugün ülkenin üçte biri savaş alanına dönüştürülmüş, nizami savaşın dahi bütün kuralları yok sayılarak sivil Kürt halkına karşı bir soykırım düzeyine yükseltilmiştir. Recep Tayip Erdoğan, kendi halkına bomba attığı için teröristlikle suçladığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı unutarak, Kürt halkına ve Türkiyeli devrimci demokratik güçlere bombalar ile saldırmaya başlamıştır. Türk ordusu savaş uçakları, tankları ve özel kuvvetleri ile Kürt il ve ilçelerini savaş alanına çevirmiştir. Türkiye’de kan dökülmektedir. Ve bu kan ile 1 Kasım seçimlerine gidilmiş 7 Haziran seçim sonuçlarına karşı darbe gerçekleştirilmiştir. 7 Haziran’da hükümet devrildiği halde, AKP gayrı meşru olarak “seçim” hükümeti adı altında kurduğu savaş kabinesi ile bu savaşı bizzat geliştirmiştir ve iktidarını korumuştur.
AKP karşıtı olduğunu söyleyen CHP, gerçekten AKP karşıtı olsaydı, kendisine oy veren milyonlarca seçmeni sokağa çıkmaya çağırabilirdi, esnafı kepenk kapatmaya, işçiyi genel direnişe çağırabilirdi. CHP tabanının büyük bir kısmı böyle bir eylemliliğe hazırdı. Ve bu tabanın gücü HDK, BHH ve onların dışındaki devrimci güçlerin kitleleri ile buluşabilseydi yüzde ellilik bir yığınsal devrimci demokratik güç önce AKP iktidarını yıkar ardından da sosyalizme yönelen demokratik bir iktidarın temelini atabilirdi.
Partimizin 7 Haziran seçimleri öncesi, “Türkiye bir yol ayrımında, ya İşbirlikçi oligarşinin diktatörlüğü kurumsallaşacak, ya da sosyalizme yönelebilecek demokratik bir iktidarın yolu açılacak” tespitinin sebebi buydu. Bunun güçleri olarak da Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile Kürt ulusal demokratik hareketinin özgürlük güçlerinin ittifakı tarif edilmekteydi. Bugün gelinen ortamda, bu güçlerin ortak mücadelesinin yükseltilmesi ve CHP’ye oy vermiş milyonlarca iyi niyetli yanıltılmış seçmenin de aktif desteğinin alınması dünden daha fazla önem kazanmıştır. Bu güç yüzde ellinin üzerinde bir güçtür ve AKP’ye yönelen işçi ve emekçi yığınlarının da kendi sınıfsal gerçekleri doğrultusunda kazanılması ile ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturmaktadır.
Türkiye Komünist Partisi, ABD emperyalistlerinin ve Türkiye’deki işbirlikçi oligarşinin planlarını bozmanın, Türkiye’nin bu iktidardan kurtulmasını sağlamanın mümkün olduğunu söylüyor. İktidarın Kürt halkına karşı giriştiği imha savaşının karşısında Kürt özgürlük hareketinin kararlı duruşu ve mücadelesi tüm Türkiyeli devrimci güçlere ilham kaynağı olmalıdır. İşbirlikçi oligarşiyi kendi kazdığı kuyuya gömmek mümkündür. Bu aşamadan sonra Kürt halkı ayrılma hakkı tercihini kullanmayacaksa, yöneleceği yer iktidar mücadelesi olacaktır. Türkiye devrimci güçleri iktidar mücadelesini gündemlerinin en başına alarak sağlanacak ortak mücadele ile sonuç alınabileceğini görebilmelidirler. Devrimci kırılma ve ayaklanmaların reçetesi yoktur. Koşullar ve güçler doğru konumlandırıldığında, devrimci irade üstün gelir. Türkiye Komünist Partisi, Türkiye işçi sınıfının politik öncü örgütü olarak gereğini yerine getirecektir. 2016 yılına bu kararlılık ve irade ile giriyoruz.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
1 Aralık 2015