Günümüzde kapitalizm, sosyalizmin ideolojisine, işçi sınıfının devrim mücadelesine saldırılarını hiçbir dönemde olmadığı kadar sistemli bir şekilde sürdürüyor. Her geçen gün yoğunlaşarak devam eden bu saldırılar karşısında Marksist-Leninist sol, genel olarak devrimci halk hareketi ülkemiz ve dünyada bu karmaşadan, bu baskıcı ortamdan çıkış yollarını tartışıyor. Yenilgi koşullarının bir yandan teslimiyetçi yaklaşımları beslediği, öte yandan Marksist-Leninist yaklaşımın koşula uyan geliştirici zenginliği üretmede kısırlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde kapitalizm karşıtı güçlerin birliğini sağlayacak ve kapitalizmin ezgi ve sömürüsünü sonlandıracak programatik yaklaşımları tartışmayı gerektiriyor. Öncelikle sosyalizmin yenilgisi ve kapitalizmin canlılığı üzerine oluşturulan yeni düşünce sistematiğinin işçi sınıfı ideolojindeki etkileri, reel durumun pratik sonuçlarının kapitalizmi aşmadaki yol ve yöntemlerin oluşturduğu kafa karışıklığı koşula uyan çıkış yollarını belli kalıplar dışında tartışmayı zorlaştırıyor. Bunu söylerken Marksist-Leninist sol açısından vurgulanması gereken biliminin temel prensipleri yönlendirmesinde günün koşullarına uyan yaratıcı, geliştirici yaklaşımları kastederek, geçmiş mücadele birikiminin reddiyesi üzerinden oluşturulmak istenen revizyonist tezlerin dayatmalarına karşı ilkesel bir karşı duruş olduğu bilinmelidir. Geçmişin deneyi yeni bir atılım, ileriye doğru bir hamle olarak değerlendirildiğinde anlam kazanır. Elbette ki tarihte yapılan hataların, kimi yanlış veya eksik değerlendirmelerden çıkarılan sonuç, yeni koşulların mücadele perspektifine önemli katkılar sunacak. Kapitalist sömürü ve baskı düzenini aşmada, halkların özgürlük mücadelesinde oluşan yeni koşulların burjuva ideolojisine kapı açmayacak noktadan inşası, tavizsiz bir ölçü olarak ilkesel saptamayı başa koymayı gerektiriyor.
Kapitalizmin, sosyalizm ve devrim anlayışına ideolojik, politik ve örgütsel alandan saldırısının Marksizm-Leninizm’e kuşkuyla bakmayı sağlama amaçlı hedefi, işçi sınıfı ve bütün ezilenlerin kapitalizmi aşma konusundaki enerjisini sisteminin içinde tutacak teorik çalışmaları bütün araçlarıyla gündem yapıyor. Ülkemiz devrimci hareketin geçmişinde önemli bir ideolojik alan konusu olan sosyalizme ulaşmadaki yol ve yöntemlerin birtakım nüanslar üzerinden ayrışmayı besleyen işlevi, sosyalist devrim teorisine dogmatik kalıplar üzerinden yaklaşmanın sığlığını kanıtlıyor. Kapitalizmin eşitsiz gelişiminin sonucu, farklı ülkelerin sosyo-ekonomik düzey farklılığı, sınıf ve değişik katmanların durumu o ülkeye ilişkin demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yolunu da belirleyecektir. Günümüzden geçmişe ilişkin bazı vurgular yapılırken sosyalist devrim ve demokratik devrim ikileminde temel ayırıcı noktanın kapitalizmin gelişme düzeyi ve buna bağlı olarak ittifaklar konusudur. Demokratik ve sosyalist görevlerin içeriği ve bu süreçlerin dayandığı toplumsal taban farklılığı Marksizm-Leninizm’in özüne bağlı olarak konuya yeterli doygunlukta hakimiyeti gerektiriyor.
Demokratik ve sosyalist devrime ilişkin alınan temel referanslar Lenin’in “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” eseri olmuştur. Lenin’in saptamaları öncesinde Marks ve Engels, Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi ve işçi sınıfının temel karşıt güç haline geldiği ülkelerde sosyalist devrimin güncel olduğu ve Amerika’nın da içinde olduğu bir dizi ülkede devrimin birlikte patlak vereceği öngörüsü yapılmıştı. Bunun yanında feodal ilişkilerin varlığını koruduğu, henüz monarşilerin tasfiye edilmediği ülkelerde ise önce feodalizmin tasfiyesi, demokratik devrimin gerçekleşmesi gerekiyordu. Bu görevi de o ülkenin burjuvazisi üstlenecek, işçi sınıfı bu süreçte onu destekleyecekti. Burjuva karakterde de olsa demokratik devlet yapısında işçi sınıfı büyüyerek daha rahat örgütlenme olanağı ve savaş deneyi kazanacak, oradan sosyalist devrime yürüyebilecekti. Kapitalizmin rekabetçi döneminde yapılan bu tespit, burjuvazinin henüz ilerici özelliğini koruduğu yönüyle dönemin koşula uyan analiziydi. Ne yazık ki süreç böyle gelişmedi, 1800’lerin ortalarında Alman devriminde işçi sınıfının yenilgisi sonucu aristokrasiyle uzlaşan burjuvazi, aşağıdan yukarıya bir devrim korkusuyla kapitalizmi yukardan aşağıya inşa yolunu seçmişti. Liberal burjuvazinin ihanetiyle oluşan kapitalist siyasal erk ve sosyo-ekonomik süreç, "Prusya tipi kapitalizm” adıyla literatüre geçmiştir. Koşullar, işçi sınıfın gücü ve kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası uyarınca Fransa, İngiltere v.b. gelişmiş ülkelerde de aynı anda sosyalist devrim patlak vermemiş, Engels’in 1895 yılında yanıldıklarını belirttiği yazısıyla, komünist partilerin ülkeler düzeyinde kurulup güçlendirilmesi de dahil yeni bir süreç başlamıştır. Artık kapitalizmin rekabetçi dönemden, tekelci aşamaya yükseldiği bu dönemin özellikleri; Feodalizmi tasfiye etmemiş, burjuva demokratik görevler çözülememiş bazı ülkelerde, gericileşen burjuvazinin siyasal sistemini işçi sınıfına karşı bir ittifak yaklaşımıyla koruduğu feodal kalıntıları temizlemek ve demokratik görevlerin çözümü işçi sınıfının görevi olmuştur. Burjuva demokratik görevlerin çözülemediği bu ara ülkelerde, demokratik devrimin içeriği ve sosyalizme ulaşmanın yolları kapitalizmin tekelci aşamasına özgü yeni yaklaşımları gerektirecekti.
Lenin’in "İki Taktik” eseri bu dönede yazıldı. Feodal ilişkilerin varlığını koruduğu, kapitalizm ve işçi sınıfının yeterince gelişmediği Rusya gibi bir ülkede işçi sınıfının sosyalizm hedeflemesi öncesinde çözmesi gereken görevler vardı. Sayısal ve örgütlenme düzeyi açısından gelişmemiş olan işçi sınıfı, despot katı monarşik yönetimden zarar gören katmanlarla ittifak stratejisini yaşama geçirecek, feodalizmi tasfiye edecek, burjuva demokratik görevleri çözüp, kesintisiz olarak sosyalizme geçecekti. Burada iki konuya özellikle vurgu yapmak gerekiyor. Birincisi, kapitalizmin rekabetçi döneminde burjuvazinin demokratik hamlelerini işçi sınıfı desteklerken, erkini sağlamlaştırdığı tekelci dönemde ise demokratik görevlerin çözümü işçi sınıfının öncülüğünde olduğudur. İkinci konu ise ittifaklar sorunu ve değişik sınıf ve katmanların demokratik devrimde rolüdür. O dönemde Rus partisinin program taslağında belirtildiği gibi demokratik devrim sürecinde işçi sınıfı dışında değişik küçük burjuva katmanların öncü konuma yükselmeleri demokratik devrimin kesintisiz sürdürülmesi açısından sorunlar yaratabilecekti. Bu nedenle işçi sınıfı ve komünistlerin bu süreçte öncülüğü alması kendiliğinden olmayacağı, bunun yoğun bir mücadele ve işçi sınıfı dışındaki kesimlerin çıkarının sosyalizmle çelişmediği iknası çabasıyla olacağıdır. İki taktiğin Rusya koşullarına ilişkin yanı ve benzer ülkelere referans olabilecek evrensel yanı arasındaki bağ, sosyalizm mücadelesinde güçler dengesi ve sosyo-ekonomik süreçlerin pozisyonuna bağlı olarak özgün koşullara göre her ülkenin emekçileri kendi devrimini yaratacağıdır.
Demokratik devrimlerin değişik ülkelerde koşullarına uygun farklı yollar izleyebileceği belirtilmişti. Ama burada bu süreçlerin ortak karakteri, burjuva devrimlerin çözemediği demokratik görevlerin emperyalist dönemde hangi sınıf ve katmanlar tarafında çözüleceği, nasıl bir sosyo-ekonomik ve siyasal yapıya tekabül ettiğidir. Her şeyden önce sosyalizmi hedefleyen tek toplumsal güç işçi sınıfıdır. Feodal kalıntılar az veya çok tavsiye edilmemiş, ulusal konular çözüme ulaşmamış, burjuva da olsa demokratik geleneklerden yoksun acımasız, zorba bir siyasal yönetim şekli kurumsallaşmış, işçi ve emekçilerin eylemli çoğunluk haline yükselemediği, örgütlenme çabaları baskıyla engellendiği ülkelerde işçi sınıfı en geniş kesimin birleşik hareketini sağlamadan sosyalizme ulaşması mümkün olamayacaktı. Birleşik mücadele taktiğinin öne koyduğu demokratik görevler içinde yer alan farklı yapıların özgün hedeflerine rağmen ortak nokta demokrasinin kazanılmasıdır. Halkların köleleştirildiği, örgütlenme çabalarının baskılandığı, kapitalist devletin bütün alanları çürüttüğü ve dejenerasyonu beslediği koşullarda, köklü demokratik dönüşümler gerçekleşmeden sosyalist devrimin maddi koşullarının oluşması güç. İşçi sınıfının birleşik hareketinde konumlanabilecek bazı katmanların doğrudan sosyalizmi hedeflemeyen, buna rağmen önlerine koydukları programatik hedeflerin çözümünde nesnel olarak kapitalizme karşı pozisyonları bu kesimleri birleşik mücadele içinde işçi sınıfına siyasal anlamda yaklaştırır. Aslında sosyalist olmayan, tümüyle kapitalist üretim ilişkilerinden kopmamış, ama kapitalist de olmayan çağcıl demokratik devrim süreçlerin sosyalizme ilerlemesi, komünistlerin, işçi sınıfının sürükleyici etkin bir güç haline gelmesi ile yakından ilgilidir. Bu da doğru bir programatik hat ve etkin bir mücadele ile mümkündür. Komünistler açısından bu sürecin ilkesel yönü teorik-pratik alanda etkin ve yönlendirici bir güç haline gelinmesi gerektiği ile ilgilidir.
Ülkemizde bugün devrimci, demokrat, sosyalist parti ve çevrelerce, kapitalizmden zarar gören bütün kesimlerin birleşik mücadele hattının örülmesi yaşamsal bir konu olduğu vurgusu yapılıyor. Farklı siyasal anlayışların önemsiz nüanslar dışında ortaklaştığı bu alan kapitalizmden kopuşu sağlayacak güçlerin bilimsel noktadan tespiti, içinde bulunulan gerçekliğin pratiğiyle uyumlu olup olmadığı, nüans olarak belirttiğimiz farklılığın da sebebi. Komünistlerin de yer aldığı yirmiyi aşkın sosyalist parti ve anlayışın Halkların Demokratik Kongresi adıyla oluşturduğu ittifak, köklü demokratik dönüşümleri gerçekleştirecek somut çözümler üretirken, kapitalizm karşıtlığı ve hedeflenen sosyo-ekonomik yapılanmanın mülkiyet ilişkileri konusundaki yaklaşımında boşluk bırakmayacak şekilde üzerinde çalışılması gereken bir alan olarak duruyor. HDK-HDP’nin hedef olarak önüne koyduğu Üçüncü Hat(yol) programı kapitalist-emperyalist sömürünün baskı, ezgisi karşısında demokrasi güçlerinin birliğinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Doğası gereği sömürü düzeninin karşısında olması gereken güçlerin eylemli birliğini örme yönünde önemli başarılar sağlandı. Siyasi yapı ve demokratik örgütlenmelerin bir araya gelmesini aşan, sömürü ve baskının muhatabı olan emekçilerin, kadınların, Kürtlerin -kimlik ve ulusal baskıya uğrayan tüm kesimlerin-, dışlanan ve baskılanan farklı inanç guruplarının, kapitalizmin yaşam alanlarını, doğayı hoyratça talanına karşı duran çevrecilerin eylemli çoğunluğunun mücadele birliğini sağlanmadan çıkış yolunun üretilemeyeceği tespitiyle önemli çalışmalar yapılıyor. Üçüncü Hat seçeneğiyle siyasi olarak demokratik konfederalizm ve radikal demokrasi anlayışı tanımlanıyor. Ulusal Kendi Kaderlerini tayin konusunu ulus olmaktan çıkma olarak değerlendiriyor. Kapitalist devletin zorunlu kıldığı ulus devletin, aynı zamanda reel sosyalizmin zorunlu olarak devlete çıkan “çıkmazı”, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının devlet kurma ile özdeş tutulması, yani devlete çıkan yönü üçüncü hat seçeneğinin eleştiri konusu. Sonuç olarak demokratik ulus, demokratik özerklik, daha az devlet, daha çok toplum ve devletçi sınırlara dayanmayan komünal bir seçenek tarif ediliyor.
Burada demokratik devrim sürecinin ülkemiz koşullarında gerekçelerini ele almayacağız. Yukarıda Lenin’in sözünü ettiğimiz yapıtını referans alarak, feodal toplum kalıntıları, ulusal konuların çözümü, işçi sınıfının durumu ve demokrasi mücadelesine yığınların ilgisi devrimci seçeneğin içeriğini de belirleyecektir. Ülkemizde işçi sınıfının örgütlenme düzeyi, diğer emekçilerle birlik sorunu önemli problemler taşıyor. Birtakım nedenlerle kapitalizm ile ayrışmayan, sömürü düzenine karşı kitlesel bir duruş ortaya koyamayan emek hareketi, mücadele yeteneğini arttıran ve bu süreçte sınıf bilincine yükselecek kapitalizmin sınırlarını zorlayacak köklü demokratik dönüşümlere ihtiyacı var. Demokratik süreçlerin içeriği farklı düşünen yapıların ortaklaşmasıyla ayırıcıdır. Farklılıklara rağmen demokratik mücadelenin pratiği birlikte mücadele eden örgütlenmeleri birbirine yakınlaştırır. Ancak bu süreçten geçip sosyalist devrimi gerçekleştirecek bir güce ulaşabilir işçi sınıfı. Tam da burada Üçüncü Hat programının teorik olarak komünistlerin demokratik halk iktidarı anlayışıyla bazı nüanslar dışında uyuştuğunu belirtmek gerekiyor. Sosyalizmi Marksist-Leninist anlamda hedefleyen tek devrimci güç işçi sınıfı olduğunu belirtmiştik. Kapitalizm ile komünizm arasında geçici bir dönemi ifade eden sosyalizm bir sınıf hegemonyasını zorunlu kılar. Demokratik devrimin doğrudan sosyalizmi hedeflemeyen bazı bileşenleri, sosyalist devrim sürecinde ya sosyalizm ile çıkarlarının uyuştuğu yolunda ikna edilecek, ya da sosyalist devrim sürecinin dışında kalacak. Sürecin bu aşamaya yükselmesi işçi sınıfının öncülüğünü gerektirir.
Komünistler sınıfın ve halkların çıkarına bütün demokratik mücadelenin içinde oldular, desteklediler. Demokratik devrimden kesintisiz sosyalizme geçişin, öncü durumuna yükselmenin, farklılıklara rağmen çetin bir mücadeleyi gerektirdiğini hiçbir zaman unutulmamalı. Komünistlere, işçi sınıfına öncülük görevi kendiliğinden vermeyecektir. Öncülük doğru bir ideolojik hatta, kararlı bir mücadele ile kazanılacaktır. Ülkemizde devrimci mücadele dinamiklerinin çeşitliliğine rağmen halkların birleşik mücadelesi, nihai kurtuluşun ön koşulu olacak. Komünistler bu kararlılıkla, özgür, sömürüsüz ve barışın bir yaşam biçimine dönüştüğü dünyayı yaratmak için taşıyıcı bir güç olarak görevini yapmalıdır.