DİYALEKTİK MATERYALİZM: İKİNCİ BÖLÜM

MARKSÇI-LENİNCİ PARTİ’NİN EĞİTİM NOTLARI -2-

DİYALEKTİK MATERYALİZM: İKİNCİ BÖLÜM

Marksçı-Leninci Eğitim Notları

Düzenleyen: Hikmet BALKAN

Önceki bölümde diyalektiğin en genel ve en önemli kanununu ele almıştık, KARŞITLARIN BİRLİĞİ KANUNU, diğer ifadeyle tüm şeylerin kutupsal birliği kanununu...

Bu bölümde ise diyalektiğin ikinci temel kanunu olan YADSIMANIN YADSIMASI kanununa, yani karşıtlar halinde gelişme kanununu ele alıyoruz...  Bu kanun, düşünme sürecinin en genel kanunudur. Anlaşılır olması açısından birkaç örnek verelim, ardından da neye dayandığını ve karşıtların birliği kanunuyla bağlantısının ne olduğunu inceleyelim. Antik felsefede bu kanundan söz edilir. Ama kanunu en kapsamlı geliştiren HEGEL olur. 

Bu kanun şeylerin tüm hareketleri ve değişimleri için, ayrıca gerçek şeyler ve bunların aklımızdaki görüntüleri, yani kavramlar için geçerlidir. Bu kanuna göre tüm şeyler ve kavramlar hareket eder, değişir ve gelişir, her şey süreçlerden oluşur. Şeylerin sabitliği göreli ve sınırlıdır; hareketleri, değişimleri veya gelişimleri mutlaktır, sınırsızdır. Bir bütün olarak dünyada mutlak hareket ve mutlak durgunluk çakışmaktadır. Önermenin bu kısmının, yani bütün şeylerin süreçler olduğunun, her şeyin aktığını antik filozof görmüştü.

Yadsımanın Yadsınması Kanunu her şeyin değiştiği veya süreçlerden oluştuğu önermesine nazaran daha özel bir içeriğe sahiptir. Bu kanun değişikliklerin, hareketlerin veya gelişimlerin en genel şekli hakkında da bir şeyler anlatır. Bir kere, tüm hareketler, gelişimler ve değişiklikler karşıtlıklar veya zıtlıklar halinde, yani bir şeyin yadsınmasıyla gerçekleşir. Bu nedenle yadsımaktan söz edilir. Yadsımak reddetmek demektir. Kavramların değişimi bu şekilde ifade bulur. Şeylerin gerçek hareketi akılda kavramsal düzeyde yadsıma olarak görünür. Bir başka deyişle, yadsıma şeylerin hareketinin veya değişiminin akılda en genel şekilde temsil edilmesidir. Sürecin ilk safhası yadsımadır. Değişimin kaynağı olan şeyin yadsınması da şeylerin karşıtına dönüşmesi kanununa tabidir. Yadsımanın kendisi de yadsınır. Bu yüzden yadsımanın yadsınmasından söz ediyoruz.

Örneklerle verince konu daha iyi anlaşılacaktır.  Yadsımanın yadsınması hem düşüncede hem de gerçeklikte mantıken olumlu bir sonuç verir. Yadsıma, yani olumsuzlama ile olumlama iki karşıt kutupta bulunan kavramlardır. Olumlamanın olumsuzlanmasıyla yadsıma ortaya çıkarken yadsımanın yadsınmasıyla olumlama ortaya çıkar. Evet'i yadsıdığımda hayır elde ederim: İlk yadsıma. Hayır'ı bir kez daha yadsırsam evet elde ederim: İkinci yadsıma. Sonuç olumlu bir şeydir. Demek ki olağan dilde bile çifte yadsımadan bir olumlama ortaya çıkar. Ama diyalektikteki çifte yadsımadan eski ve özgün olan şey tekrar oluşturulmaz -işte ayırt edici özelliği de buradadır- yani başlangıç noktasına geri dönülmez, aksine yeni bir şey ortaya çıkar. Süreci başlatan şey ya da durum daha üst düzeyde yeniden oluşur. Çifte yadsıma sürecinden özgün niteliklerin korunduğu ve genişletildiği başka özellikler, yeni bir şekil ortaya çıkmıştır.

Yeninin Eskiden Doğuşu Kanunu’nu düşünelim. Bu kanun ayrıca düşüncenin bir kanunu olması bakımından da özel bir formülasyona sahiptir. Düşüncenin kanunu olarak şu biçimi alır: Çıkış noktası olumlu önerme, yani tezdir. Bütün düşünme biçimleri herhangi bir önerme ya da iddiayla başlar. Bu önerme yadsınır veya karşıtına dönüşür. İlk önermeyi yadsıyan bu ikinci önermeye karşıt ya da antitez denir. Bu ikinci aşamadır. İkinci önerme, yani antitez bir kez daha yadsınır ve bildiğiniz gibi üçüncü önerme, yani sentez elde edilir; sentez de, tezin ve antitezin yadsınmasıyla daha üstün, olumlu bir önermeye ulaşılmasıdır.

Bu noktada  iki türlü yanlış yoruma ya da çarpıtmaya karşı dikkatli olmak zorundayız.

Tez ve antitez diyalektik olarak son önermede, yani sentezde birleştirilir. Diyalektik birleşme, iki karşıt şeyin karşılıklı olarak dışlanan nitelikleri ortadan kaldırıldıktan sonra kalan özelliklerinin salt toplamıyla karıştırılmamalıdır. Diyalektik gelişme bu şekilde gerçekleşmez, çünkü burada karşıtlar birbirine karışır veya yok edilir, gelişme de engellenir. Diyalektik gelişmenin temel özelliklerinden biri yadsımalarla gerçekleşmesidir ve bu yadsımalar kaçınılmazdır. Yadsıma olmadan ne süreç, ne gelişme, ne de yeninin ortaya çıkışı söz konusu olabilir. Bu yadsıma toplumda eskiyi ortadan kaldıran mücadelede kendini ifade eder. Hatalı ya da sahte diyalektik, eskiyle yeni arasında bir iletişimin, bir uzlaşma çabasının olduğunu iddia eder: Eskiyi ortadan kaldırmadan, eski yeniyle birleştirilmeye çalışılır. Ama şunu da hemen ilave etmek isteriz: Her uzlaşma mücadelenin yadsıması değildir. Bir uzlaşma bile mücadele aracı olabilir.

Gelişmenin diyalektiğinin bu şekilde yanlış anlaşılmasının altında, yadsımanın birliğin temel faktörü olarak rol oynadığının unutulması yatmaktadır. Ama tersi bir yanlış yorumlama da vardır: Gelişme sürecinden ortaya çıkan yeninin, eskiyi yadsımakla ya da ortadan kaldırmakla kalmayıp aynı zamanda kendi içinde barındırdığı gerçeği göz ardı edilir. Bu duruma dikkat edilmezse Fransız filozof Bergson'un felsefesinde olduğu gibi, gelişim diyalektiğinin çarpıtılmasıyla karşı karşıya kalır insan. Bergson'da gelişme kavranmaz mistik bir sürece dönüşür, eskiyle yeni arasındaki ilişkiler salt karşıtlık olarak kavranır, aynı anda özdeşlik olarak kavranmaz.

Bergson'un diyalektiği kavrayışındaki temel hata, gelişme yoluyla eski olandan çıkan yeninin yalnızca eskinin karşıtı, yadsıması olmadığının, onu doğuran eskiyle ortak bir şeye sahip olduğunun gözden kaçmasıdır. Bergson'un bu düşüncesi takip edildiğinde, kendi kendini iptal ettiği görülür. Tek bir yadsıma türünde yadsınan şey gelişmenin doğurduğu şeyle artık ilgili değildir. Bu da tam veya kayıtsız şartsız yadsıma, yani imhadır. Bir şeyi tam olarak yadsıdığımda onu yok ederim, ama o zaman da gelişme tamamen durur. Bergson' da olduğu gibi gelişme sınırlarının ötesine itildiğinde, mutlak kılındığında karşıtına, yani hareketsizliğe ya da gelişmeden yoksunluğa dönüşür. Diyalektik süreçteki yadsıma mutlak, kayıtsız şartsız veya tam değil, koşullu, göreli veya kısmidir. Diyalektik açık ve somut yadsımayla ilgilidir. Diyalektiğin ilk çarpıtılması, yani yadsımanın dikkate alınmadığı çarpıtma, diyalektiğin oportünist çarpıtılması olarak adlandırılabilir. Biraz önce sözünü ettiğimiz, yeninin eskiyle hala  ilgili olduğunun göz ardı edildiği ikinci çarpıtmaya diyalektiğin anarşist çarpıtması denebilir. Diyalektiğin bu iki birbirine zıt çarpıtması, yani oportünist ve anarşist çarpıtması ortaya çıkan sonuç açısından, yani gelişmeyi ortadan kaldırmaları açısından birbirinin aynıdır. Oportünist çarpıtma gelişmenin hareket ettirici gücü olan yadsımayı ortadan kaldırarak, anarşist çarpıtma da karşıtlıklar arasındaki bağlantıyı ortadan kaldırarak gelişmeyi yok eder.

Bu genel ve soyut konuyu daha iyi anlatabilmek için örnekleyelim: Bir pirinç tanesini ele alalım. Bu pirinç tanesiyle bir gelişme süreci başlatalım. Bunu nasıl yaparız? Sulu veya kuru pirinç tarımı yapmamıza bağlı olarak pirinç tanesini toprağa veya suya koyarız. Toprakta neler olur? Toprakta pirinç tanesinin ilk yadsınması gerçekleşir. Yok olur ve bu taneden pirinç bitkisi gelişir. İlk yadsıma: Pirinç tanesi yok olup bitkiye dönüşmüştür. Bu sırada ilk pirinç tanesi yok olmuştur. İkinci adım pirinç bitkisi sayesinde atılır. Pirinç bitkisi büyür ve sonunda tekrar pirinç taneleri üretir ve bu noktaya ulaştığında, yani pirinç tohumları, pirinç taneleri ürettiğinde bitki yok olur. İkinci yadsıma: Pirinç bitkisi yok olmuştur ve tane tekrar oluşmuştur, ama eski pirinç tanesi değildir, yeni pirinç taneleridir, tek bir pirinç tanesi değildir, çok sayıdadır ve büyük olasılıkla da eski niteliğe sahip değildir, yeni özellikleri vardır. Üremeyle ilgili bu küçük değişiklikler genellikle önemsiz ve değişkendir. Bunların birikimi ve pekişmesi sayesinde, Darwin'in teorisine göre, eski türlerden yenileri oluşur. İşte burada yadsımanın yadsımasını  gözlemleyebileceğimiz bir süreç vardır. Çifte yadsıma ilk çıkış noktasını yeniden oluşturur, ama daha yüksek bir basamakta ve başka bir nicelikte. Bergson'un diyalektik çarpıtmasının burjuvazinin şu anki tarihsel konumuyla yakından ilişkili olduğunu anlaşılmış olur.  Rasyonel diyalektik burjuvazinin yok oluşunun kaçınılmazlığına işaret eder. Bergson'un mistik veya tahrif edilmiş diyalektiği, tarihsel meşruluğu ortadan kaldırıp yerine hiçbir şeyin olanaksız olmadığı mucizeyi, keyfiliği ve anlaşılmazlığı koyar.

Biraz önce sözünü ettiğimiz örnek üzerinden diyalektiğin iki yanlış yorumunu veya çarpıtmasını da ele alalım Bergson'un çarpıtması veya diğer bir deyişle anarşist çarpıtma şöyle gösterilebilir: Diyalektiğin kanunu pirinç tanesinin yadsınmasını talep eder. Bu yadsıma daha eksiksiz bir biçimde yapılabilir. Pirinç tanesini toprak yerine bir havana koyup ezebilirim. Neticede pirinç tanesi öyle eksiksiz yadsınmıştır ki artık bir gelişme gerçekleşmez. İlk çarpıtma budur. Buradan da anlaşılacağı üzere, her şeyin kendine has bir yadsıması vardır ve ancak o şeyin doğasına uygun olan yadsıma belli bir gelişme süreci başlatabilir. Diyalektiğin ikinci türden, yani oportünist çarpıtması yadsımanın görmezden gelinmesidir. Pirinç tanesini verdiğimiz kişi, tane " kendi kendine" gelişebilir deyip onu ne ezer ne de toprağa gömer. Masanın üstünde bırakır. Bunun sonucunda tane gelişip bitki olamaz. Neticede masanın üstünde ölüp gidecektir. Bu iki karşıt diyalektik çarpıtma aynı sonucu doğurmuştur. Gelişme meydana gelmez ve nesne yok olur. Buna karşın, gelişme sürecini başlatma amacıyla bir şeyi yadsırsam o şey hem yok olur ve hem de aynı anda yeni, daha üstün bir şeye dönüşür. Şimdi  toplumsal veya ekonomik düzenlerin tarihinden ikinci bir örnek verelim. Bildiğimiz ilk üretim tarzının ilkel komünizm olduğunu biliyoruz, yani küçük bir insan grubunun önemli üretim araçlarına ortak sahip olması. Bu ilkel komünizm tüm toplumsal gelişmenin çıkış noktasını, tezini, temelini oluşturur. İlkel komünizm ortadan kaldırılır, yadsınır, olumsuzlanır. Ortak üretim araçları mülkiyeti ve ortak üretim yerine sırasıyla özel üretim, köle ekonomisi, feodal üretim, basit meta üretimi, en sonunda da kapitalist üretim geçer. Bu antitezdir. İlkel komünizmin olumsuzlanması, çeşitli tarihsel şekillerde özel üretimdir. Sonra üçüncü aşama gelir: Özel üretim yadsınır, ortak mülkiyet ve komünizm daha yüksek bir seviyede yeniden kurulur. Bu çifte yadsımayla gelişme daha yüksek bir seviyede çıkış noktasına geri döner. Kapitalist üretimden doğan sosyalist ya da komünist üretim artık ilkel komünizm değildir, çok daha yüksek bir gelişme evresindeki, kapitalizmin teknolojik başarılarını da devralmış olan komünizmdir. İnsan artık ilkel komünizmde kendisine hükmeden doğaya hükmediyor. Ayrıca modern komünist toplumun kapsamı da ilkel komünist toplulukların kapsamından çok daha geniştir - ilkel komünizm en fazla birkaç topluluğu tek bir ekonomik birim içinde birleştirebilirken, modern sosyalizm veya komünizm bütün dünya ekonomisini kapsamaya uygundur. Ama ilkel komünizm modern komünizm içinde barınmaya devam eder. Üretim araçlarının ortak mülkiyeti yeniden sağlanmıştır. Kapitalizm komünizmde olumsuzlanmış, ortadan kaldırılmıştır.

Ancak bu olumsuzlama mutlak ve soyut değil, göreli, somut ve koşullara bağlıdır. Gerek kapitalist teknoloji gerekse kapitalizmin ürettiği fabrika içindeki işbirliği korunmaktadır. Son olarak, diyalektiğin iki çarpıtılmasına değinelim…. Sosyalizme ulaşmak için kapitalizmi ortadan kaldırma veya yadsıma zorunluluğunu göz ardı eden ilk çarpıtma, reformist veya oportünist görüş olarak bilinir. Diyalektiğin bu alandaki ikinci çarpıtılmasında, kapitalizmin unsurlarının sosyalizmin inşası için devralındığı göz ardı edilir; bu da anarşist görüştür. Çarpıtmalardan birine diyalektiğin oportünist çarpıtması diğerine de anarşist çarpıtması denmesinin sebebi buydu. Tarihsel deneyim bu iki çarpıtmanın birbirine dönüştüğünü ve birbirinin yerini aldığını göstermektedir.

Peki yadsımanın yadsınması kanununun kaynağı nedir? İlk kanunumuzla, yani karşıtların birliği kanunumuzla bağlantısı nedir? Bu kanunun karşıtların birliği kanunuyla doğrudan bağlantılı olduğu açıktır. Yadsımanın yadsınması kanunu, süreç olarak, zaman içinde, yani ardışıklık içinde bir işlem olarak karşıtların birliğidir. Karşıtların Birliği süreç olarak düşünüldüğünde yadsımanın yadsınması kanununu, başka bir ifadeyle, karşıtlık yoluyla gelişme kanununu doğurur. İlk önerme, yani karşıtların birliği kanunu, yapısal ya da statik varlık açısından şeylerin en genel ilişkilerini temsil eder. İkinci önerme olan yadsımanın yadsınması ise süreç olarak, yani dinamik bir biçimde şeylerin ilişkilerini temsil eder. İki önerme de birbirine öyle bağlıdır ki her süreç için, her şey için aynı anda ve aynı ölçüde geçerlidirler. İki önerme iç içe geçmekte, ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. İlk önerme dünyanın boylamasına bir kesitini sunarken ikincisi enlemesine bir kesitini sunar.

***

Şimdi diyalektiğin üçüncü ilkesine, yani NİCELİĞİN NİTELİĞE VE NİTELİĞİN NİCELİĞE dönüşümü ilkesini inceleyelim. Bu ilkeye göre bir şeyin veya şeylerin salt çoğalması nitelikte, yani özelliklerde değişime yol açmaktadır ve tersi, yani niteliksel bir çoğalmanın nicelikte bir değişime yol açtığı da doğrudur.

Açıklama için konuyu örnekleyelim.  İlk örnek fizik alanından: Suyu ele alalım. Suyun belli bir sıcaklığı vardır ve bu sıcaklığı belli bir noktaya kadar yükselttiğinizde gitgide ısınan su değil, buhar elde edersiniz. Tersi durumda, yani sıcaklığı belli bir noktaya kadar düşürdüğünüzde gitgide soğuyan su değil, buz elde edersiniz. Moleküllerin hızı niceliksel olarak düştüğü için su donar. Sıcaklık en küçük parçacıkların, yani moleküllerin hareketinin bir ifadesidir; molekül hareketinin niceliğini, bir başka ifadeyle moleküllerin hareket etme hızını düşürürseniz belli noktalarda özellikler de değişir: gaz halinden sıvı hale, sıvı halden katı/ donmuş hale. Yine ancak molekül hareketini niceliksel olarak değiştirerek buzu suya veya suyu buhara dönüştürebilirsiniz.

Niceliğin niteliğe dönüşümü yasasının en güzel örneğini bugün atom araştırması sunmaktadır. Kimyasal element atomlarının çeşitli nitelikleri daha küçük bileşenlerinin, yani elektronların basit sayısal nicelikleriyle ilişkilidir. Bir başka örneği zooloji ve botanikten verelim. Nihayetinde tüm bitki ve hayvanların küçük temel birimlerden, yani hücrelerden oluştuklarını biliyorsunuz. Her canlı bir veya birkaç küçük hücrenin gelişimiyle, çoğalmasıyla ortaya çıkar. Yani canlıların çeşitlilikleri hücrelerin niceliğine dayanır. Hücre miktarını artırırsam başka özelliklere, başka bir şekle, vs. sahip başka canlılar ortaya çıkar. Tersine bir süreç de yaşanabilir: Bir canlıdan belli sayıda hücre çıkarıldığında fazla zarar görmeyecektir. Aynı canlı olmayı sürdürecektir. Ama belli bir eşiği aşarsanız bu durum canlıya zarar verecektir. Bir insanın saçlarını keserseniz, tehlikeli bir durum oluşmaz, ama bir kolunu veya bacağını keserseniz niteliksel değişim yaratırsınız. Büyük olasılıkla insan ölüp gidecektir. Bir insandan bir miktar kan alabilirsiniz; ama belli bir düzeyi aşarsanız ölüme yol açarsınız: niteliksel değişim.

Siyasal iktisattan bir örnek alalım.  Siyasal iktisatta bir miktar paranın ancak belli bir asgari tutara ulaşırsa sermaye olarak işe yarayacaktır. Örneğin, 50 TL sermaye değildir, 50.000 TL belli koşullarda sermaye olarak işe yarayabilir. Salt niceliğin değiştirilmesiyle bir para tutarı sermayeye dönüşebilir, başka özelliklere bürünür, başka bir etkiye sahip olur, nitelik değiştirir. Sermaye yoğunlaşma ve merkezileşme yoluyla büyüdüğünde niteliksel bir dönüşüm gerçekleşir: Tekelci sermayeye doğru bir dönüşüm yaşanır. Tekelci sermayenin bütün bir kapitalist sermaye dönemine, yani emperyalist döneme hükmettiğini siyasal iktisat kanıtladı.

Tersi: Tekelci kapitalizme, yani belli nitelikteki bir sermayeye sahip olduğunuz anda bu yeni nitelik niceliksel oranlara ve özelliklere dönüşür. Tekelci sermaye tekelci olmayana nazaran daha yüksek bir kar oranı elde eder. Tekel fiyatları genellikle serbest rekabettekinden daha yüksektir.

Şimdi, bu üçüncü diyalektik ilkenin ilk iki ilkeyle ilişkisinin ne olduğunu sorgulayalım…. Burada da niceliğin niteliğe ve niteliğin niceliğe dönüşümü kanununun karşıtların birliği ilkesinin özel bir uygulamasından ibaret olduğu anlaşılıyor. Nitelik ve nicelik kutupsal karşıtlıklardır. Nitelik ortadan kaldırılan niceliktir, nicelik de ortadan kaldırılan niteliktir. Elinizde bir elma, bir armut ve bir erik varsa, bu üçü de farklı niteliklere sahiptir. Ancak farklı nitelikleri olumsuzladığınızda veya soyutladığınızda bu üçünü toplayabilirsiniz. Bir elmayı, bir armudu ve bir eriği toplayamam, ancak üç meyve olduklarını söylersem onları toplayabilirim. Demek ki olumsuzlanan nitelik niceliktir, olumsuzlanan nicelik niteliktir.

Bu karşıtlıklar her şeyde mevcuttur. Her şey belli bir boya, miktara veya dereceye, aynı zamanda da belli özelliklere sahiptir. Tüm şeyler gerek niteliğe gerekse de niceliğe sahiptir. Karşıtlar olarak iç içe geçerler, birbirlerine dönüşürler…

Böylece diyalektiğin sonuna geliyoruz. Elbette bu temel ilkelerle diyalektiğe baştan sona egemen olduğunuzu düşünmemeliyiz. Önemli olan verilen formülü ezberlemek  değildir, tersine, şeylerin ve düşünmenin diyalektik doğasını kavramaktır. Diyalektik düşünme sihirbazlık değildir. Ayrıca herkesin doğuştan sahip olduğu bir şey de değildir. Öğrenilmesi ve alıştırma yapılması gereken bir düşünme tarzıdır. Diyalektik düşünmenin en genel özelliği şeylerin ilişkileriyle birlikte, yan yanalık ve ardışıklık bağlamları içinde, değişimleri içinde izlenmeleridir.

Önümüzdeki iki bölümde materyalist tarih ele alınacaktır. Materyalist tarih daha kolay anlaşılacaktır; çünkü o kadar soyut değildir, genel yöntemin belli bir materyale, yani tarihe uygulanmasıdır.

(KAYNAK:1927 yılında Moskova Üniversitesinde çeşitli ülkelerden gelen bir gurup militana Alman komünist A. Thalheimer Diyalektik Materyalizm dersleri verir. Yazı bu derslere sadık kalınarak düzenlenmiştir.)