Sınıf hareket, ortaya çıkalı beri, bir dizi ayrışma yaşamıştır. Bu ayrışmaların en önemlilerinden biri komünistlerin savaş karşısında aldıkları tutum olmuştur. 15 Ocak 1919’da Alman burjuvazisi tarafından yoldaşı Rosa Lüksemburg ile birlikte katledilen komünist önder Karl Liebknecht’in bu konuda ders niteliğinde bir söylemi vardır. Alman sosyal demokratlarının Birinci Dünya Savaşı sürecinde kendi devletlerinin savaşçı politikalarını desteklemelerini mahkum etmiş ve “Asıl düşman kendi ülkemizdedir” demiştir. Bu şekilde komünistlerin kendi ülkelerindeki burjuva iktidarlarını yıkarak savaşa son vermeleri politikasına bugün için de geçerli olan katkıda bulunmuştur.
Lenin önderliğindeki Bolşevikler Büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştirir gerçekleştirmez “Barış İçin Kararname” bağıtlayarak Birinci Dünya Savaşı’na son vermişlerdir. Devrimle yıktıkları Rus Çarlığının savaşını sürdürmemişlerdir.
Türkiye Komünist Partisi, Türkiye NATO’ya üye olabilsin diye Türkiyeli gençleri Kore’de savaşa sürüp kırdırırken “Kore Nire?” belgisi altında ülke çapında çok yaygın bir kampanya sürdürmüştür.
Komünist olmanın kıstası bugün de değişmemiştir. Savaşlara karşıdırlar ve barışı savunurlar. Barış için de savaşırlar ve bu bir sınıf savaşımıdır. Gençlerini, savaşa süren kendi ülkelerinin devleti de olsa ona karşı çıkarlar.
Türkiye neredeyse elli yıldır “terörizme karşı savaş” adı altında Kürt halkına karşı bir savaş yürütüyor. Cumhuriyet döneminin çözülmemiş en önemli sorunlarından biri olan Kürt ulusal sorununu çözmemek için Kürt halkına karşı bir imha savaşı yürütülüyor. Kürt halkı da doğal olarak buna karşı direniyor ve bir savunma savaşı sürdürüyor.
Milli nitelikleri ve hakları yok sayılan Kürt halkı Türkiye nüfusunun yüzde yirmi beşini oluşturuyor. Anayasal temelde güvence altına alınmış milli, politik ve kültürel haklarının yerine getirilmesini istiyor. Komünistler bu talebe saygı duyarlar ve desteklerler. Ancak, komünistler daha ileri olan bir istemi; ulusların ayrılma hakkı dahil kendi kaderlerini belirleme hakkını savunurlar. Kürt halkı Türk halkı ve diğer halklar ile birlikte yaşamak isterse de buna destek veren politikalar izlerler.
Türkiye Komünist Partisi kuruluşundan itibaren bu ilkeyi savunmuştur. Partimizin kurucuları, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının hazırladıkları birinci parti programı bu temeldedir. Yapılacak bir halk oylaması ile halkların kendi kaderlerini belirleyeceklerini karar altına almışlardır. Halklar birlikte yaşamaktan yana karar verirlerse de “işçi ve rençber şuraları cumhuriyeti” çatısı altında anayasal nitelikte eşit haklar ile yaşayacaklarını ön görmüşleridir.
Türkiye Komünist Partisi’nin o gün programı ve politikası ne ise bugün de odur.
Adına “komünist” nitelemesini yakıştırmış ve devlet icazeti ile kurulan SİP / “TKP” 12 Ocak 2024’te Güney Kürdistan topraklarında yaşanan ve yıllardır süren savaşın sadece parçası olan bir gelişme ile ilgili açıklama yayınladı.13 Ocak tarihli açıklamada “Başımız sağ olsun. Bir kez daha PKK saldırılarında hayatını kaybedenlerin ve yaralananların olduğunu öğrenmenin acısını yaşıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’ni düşman ve gayrı meşru görenlerin uluslararası dengelerin karanlığında kanlı bir stratejiyi hayata geçirme çabalarına seyirci kalmayacağız” diyor.
“Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkma” söyleminin geleceği nokta “Türkiye Cumhuriyeti’ni düşman ve gayrı meşru görenlerin...” karşısında olma noktası oluyor. Kısacası bu zevat sermayenin TC’sine dost diyor ve onu meşru görüyor. Sahte komünistlik burada bitmiştir. Bu grubun sınıf savaşımı ile hiçbir ilişiklerinin kalmadığının ilamıdır.
Türkiye bölgesel emperyalist bir devlettir. Kürt halkına karşı soykırım uygulamanın ötesinde, Irak ve Suriye topraklarını aynen Kıbrıs topraklarını işgal ettiği gibi işgal ederek emperyal yayılmacı amaçlar gütmektedir. Bosna’da, Senegal’de, Libya’da, Azerbaycan’da, Özbekistan’da, Kırgızistan’da askeri üsler kurmaktadır. Askersel sanayi kompleksleri kurarak silah üretmekte, sivil üretim yapan sanayi tekellerini savaş endüstrisi konusunda üretim yapmaya zorlamakta, ürettiği silahları uluslararası alanda ihraç etmekte ve Kürt halkına karşı savaşta denemektedir. TC’nin “yerli ve milli” silah sanayii bu anlama gelmektedir.
Komünistlerin stratejik amacı ise bu sömürü ve savaş düzenine son vermek, işçi sınıfının önderliğinde tüm ezilen yoksul halkların iktidarını kurmaktır. Dolayısıyla Karl Lieknecht’in savunduğu gibi “kendi ülkesindeki düşmana karşı savaşmaktır”. Ona destek vermek, onu savunmak değildir. Kendi emperyalistlerine karşı savaşmayı ilke edinmemiş bir hareket NATO’ya da diğer emperyalist merkezlere karşı da savaşmaz.
“Ulusalcılık” adı altında milliyetçiliğin varacağı nokta sosyal şovenizmdir. Komünist partiler on yıllardır bu olguya karşı ideolojik mücadele yürütüyorlar. Bu zehirli oku yiyenler iflah olmazlar. Biz de “komünistlik” adı altında bu çarpık görüşleri savunanları Türkiye devrimci kamuoyu ve uluslararası komünist ve işçi partileri nezdinde teşhir ve mahkum ediyoruz.
Komünistler Proletarya Enternasyonalizmi ilkesinin ateşli savunucularıdırlar. Her türlü ulusalcı, milliyetçi ve şoven etkilere kapalıdırlar. Adına aldanarak bu ve benzeri gruplar çevresinde yer alan Marksizm-Leninizm ilkelerini şiar edinmiş dürüst komünistleri saflarını belirlemeye çağırıyoruz. Bu yapıları kimse düzeltemez, bunlar iflah olmaz şekilde yanlış yollara sapmışlardır.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
15 Ocak 2024