16 Nisan Referandumu, burjuvaziye özgün entrikalarla ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, süreçleri, referandum öncesi olağan üstü eşitsiz koşulları, siyasal iktidarın zorbalıkları ve bir türlü açıklanamayan sonuçlarıyla oy veren halkın gözünde, parlamentonun işlevsizliğini, çürümüşlüğünü bir kez daha görünür kılmıştır. 16 Nisan gecesinde ortaya çıkan ve kendileri açısından beklenmedik büyüklükteki HAYIR potansiyeli bütün burjuva partilerinde bir paniğe yol açmıştır. Faşist anayasaya Evet’in sahte zaferi, oligarşinin ve onun organlarının (AKP, CHP, MHP, TÜSİAD, GENEL KURMAY) ortak görüşmesinden sonra, yeni bir yol haritası belirlendikten sonra açıklanabilmiştir. Ancak o gecenin önümüze koyduğu, mahut sandık hileleri dışında burjuva parlamentarizmi açısından taşıdığı bir başka önemli gelişme de; Türk Burjuvazisinin, parlamentoyu bir kez daha bir diktatöre teslim etmesi ve parlamenter müsveddelerinin arkasına bakmadan kaçması olmuştur...bu kaçış... bu terk ediş, kronikleşmiş ve her on yılda bir nükseden darbe krizlerinden çok farklıdır ve artık yapısal hale gelmiştir...kalıcıdır. Artık o parlamento koridorlarında maaşlı 3-5 yüz korkuluğun dolaşması o binanın bir parlamento binası olduğunu göstermez. Bu parlamentonun yasama görevi elinden fiilen alınıp saraya, doğrudan işbirlikçi kapitalizme bağlı dar bir oligarşik çeteye bırakılmıştır. Derinleşen kapitalist kriz burjuvazinin önce parlamentoyu kapatmasıyla sonuçlarını göstermeye başladı. Kriz devam ettiği sürece burjuva devletinin diğer kurumları da tasviye edilecektir.
Bu kırılma AKP’nin tek başına gerçekleştirdiği bir operasyon değildir, rejimin siyasi partilerinin, silah sanayiinden en büyük payı kapan faşist generallerin ve işbirlikçi patronların ortak kararı olduğu bütün netliği ile göz önündedir. İki milyon beş yüz bin sahte oyun sisteme sokulmasına hiç birinden ciddi itiraz gelmemiştir. Ortak görüşleri, ‘‘Artık işimize bakalım!’’ olmuştur. Referandumda Evet’in kazanması üzerine yapılan hesaplar tutmayıp HAYIR öne çıkınca derin devletin çekmecesinden B planı çıkarılıp uygulamaya konulmuştur. HDP dışındaki bütün sistem partileri bu kirli entrikanın kişiliksiz aktörleridir.
Türkiye burjuvazisi emekçilere ve özgürlük isteyen Kürt halkına karşı en geniş ırkçı ve saldırgan cephesini yeniden tahkim ediyor... Göstermelik de olsa çalışan bir parlamentoyu işlevsiz kılacak bütün yasaların önünü açarak başkanlık sistemini yönetim biçimi olarak kabul ediyor...
1920’de İstanbul’daki monarşinin devamı olarak Ankara’da makyajlanarak ilan edilen Cumhuriyet zaten hiç bir dönemde -burjuva anlamında bile- parlamenter demokrasi olamamıştır. Temeli feodal zorbalığın, tek sesliliğin, göstermelik seçimlerin ve her biri egemen sınıfların farklı kesimlerinin çıkarlarını savunan partilerin bataklığı olagelmiştir.
1920’de Osmanlı monarşisinin ve kapitalizmin makyajlanıp, kurulan/kurgulanan bir “Cumhuriyet” benzeri ama totaliter tek partili bir rejimin demokrasiyle hiç bir zaman ilgisi olmadı. Tek partili, iki partili, çok partili ama -bir iki kısa istisnai dönem dışında- programları hemen hemen aynı, yarı faşist, yarı militer düzen partilerinden oluşmuş bu parlamenter bataklığın bir “Domuz Ağılı” olma özelliği değişmedi. Cumhuriyet olmak kolay demokrasi olmak zordur...
Kemalist burjuvazi, daha 1921’de mecliste “Tek Adam”a muhalefet eden 9 milletvekilini ya kurşunlattı ya da boğdurarak susturdu. Lozan entrika ve teslimiyetine karşı çıktığı için boğdurulan Trabzon milletvekili Ali Şükrü bu sayıya dahil değildir.
11 Ağustos 1923’de nisbeten Anadolu mozaiğini yansıtan meclis bir Kemalist darbeyle dağıtıldı yerine Kemalist elitler, atamayla Anadolu illerini temsilen meclise sokuldu. Bu parlamentonun da Kemalist burjuvazinin yağma ve zorbalığını temsili dışında hiç bir işlevi yoktu. 1946’da ABD ile gizlice askeri anlaşmaları imzalayan çetenin bütün elemanları bu atamayla gelen milletvekilleri arasından çıkmıştır. 1950’de Türkiye’yi İngiliz emperyalizminden devralan ABD emperyalizminin en mutemet Demokrat Partili kadroları da hep bu tayinle getirilmiş Kemalist kadrolar arasından devşirilmedi mi.
Kemalistlerin dayandığı ve çıkarlarını savunduğu sınıflar hep emperyalizm ve onun işbirlikçileri oldu. Emekçi düşmanı, özgürlük düşmanı, demokrasi düşmanı politikalar varlığının temeli oldu. ABD zoruyla geçilen çok partili sistemde bile seçim sistemi açık oy gizli sayım olmaya devam etti. Yetmiş yıllık parlamenter sistemin sıkıyönetim, olağan üstü hal gibi parlamentonun bir kenara atıldığı, grevlerin yasaklandığı, işçilerin her türlü ekonomik ve siyasal faaliyetlerinin sıkıyönetim bildirileriyle yasadışı ilan edildiği yılların sayısı işçilerin ve sosyalistlerinin görece özgürce örgütlendiği yıllara oranla kat kat fazladır. Belirleyici olan yasaklar baskılar ve inkar politikaları olmuştur. Sınıf mücadelesinin geleceğini bu gerici geçmişten mülhem paradigmalara oturtan dostlarımızı anlamakta güçlük çekiyoruz...
Artık -gerici burjuvazinin koalisyon sözcülerinin de dediği gibi - biz de önümüze bakalım...
Referandumdan sonra oyların yeniden sayılıp ‘‘yiğidin hakkının yiğide verileceği’’ bir yerel veya uluslararası mahkeme kararını beklemek yığınları boşuna oyalamaktan, insanların demokratik beklentilerle gittikleri sandıkta büyük ‘‘bir devlet kazığı’’ yemelerinin öfkesini söndürmekten başka hiç bir işe yaramayacaktır.
Önümüzde görünen yollardan biri burjuvazinin terkettiği, şerefini beş paralık ettiği burjuva parlamentosunun itibarını ona yeniden kazandırmak için orayı sahiplenmek, her şeye rağmen bu burjuva kurumunu işlevsel hale getirmeye uğraşmak; bu uğurda Kemalistlerin parlamentodaki entrikalara bulaşmamış unsurlarıyla işbirliği arayışlarını zorlamak ve eskisi gibi bir parlamenter sistemin inşaası için uğraşmak...
Yollardan bir diğeri ise, zaten ‘‘ömrünü çoktan tamamlamış” olan burjuva parlamentarizmini tamamen terk etmek çalışma gündemlerine ve programlara sadece sosyalizmi hedefleyen maddeler koyarak yolumuza devam etmek...
Ancak Marksizm ve Leninizm pratiği bu konuda sayısız örneklerle ve somut şartlara göre değişen ve birbirine zıt önermelerle doludur. Özellikle 1917 Şubat’ından 1917 Ekim’ine kadar geçen süre içinde Bolşevikler ‘‘Duma’’ya karşı üç kere tavır değiştirmişlerdir. Ancak çıkış noktaları hep somut koşulların tahlili olmuştur. 1917 başlarında sokaklar ve işçi mahalleleri işçilerin kararlı devrimci eylemleri ile dolup taşarken Lenin parlamentoda çalışmayı, Geçici Prens Lvov hükümetine katılmayı elinin tersiyle iterken, aynı yıl gerici Kornilov ayaklanmasıyla ortaya çıkan yeni durumda Bolşeviklerin bile kavrayamayacakları bir hızla, 1917 Ağustos’unda, Bolşeviklere Kerenski’nin burjuva hükümetinin yanında yer almayı önermekle değiştiriyor, Bolşeviklerin örgütlediği silahlı demiryolu işçileri, General Kornilov’a bağlı birliklerin Petersburg’a girmesini engelleyerek merkezi burjuva hükümetini ve Duma’yı kurtarıyordu. İki ay sonra da iktidarın, yükselen işçi ayaklanmalarının üzerinde örgütlenmiş olan İşçi-Köylü-Asker sovyetlerine devredilmesi gerektiğini söylüyordu. Ve Ekim Devrimi’ne yol açan ünlü belgiyi haykırıyordu, ‘‘Bütün İktidar Sovyetlerin’’...
Kısa sürede yaşanmış bu engin devrim deneyi bize yöntem konusunda, önümüze çıkan yol ayrımında izlenmesi gereken yolun hazır, reçetesi önceden yazılmış bir ilacının olmadığını gösteriyor. Devrimci pratik ve ülkemizin içinde bulunduğu durum önümüzde yukarıda belirttiğimiz iki seçenekten başka seçeneklerin de olabileceğini göstermektedir.
16 Nisan akşamına dönersek, çok farklı merkez ve girişimlerce birbirinden bağımsız ama ortak davaya kilitli olarak yürütülen başarılı çalışmalar, diktatörlük altında ezilen ve özgüvenini yitirmiş yığınlar üzerinde son derece yüksek bir moral aşısı yapmıştır. Şimdi rejim, karşısında oluşan bu kararlı çoğunluk cephesini nasıl dağıtırım hesaplarını yapmaktadır. Bu potansiyeli dağıtma görevinin ilk turu CHP’nin gerici yönetimine verilmiştir. Başarılı olamazsa B ve C planları devreye sokulacaktır. Öncelikle bir demokrasi hedefine kitlenerek yaratıcı bir zafer kazanmış olan Türkiye demokrasi güçleri ve Kürt özgürlük hareketi burjuvazinin açıkladığı sahte sonuçları tanımadığını ve referandumun galibi olduğunu referandum öncesi kararlılığı ile usanmadan dile getirmeye devam etmelidir.
İkinci adımda da burjuvazinin parlamentoyu terkettiği, onu işlevsiz ve maaşlı bir arsızlar toplululuğu haline getirdiği en geniş yığınlara açıklıkla anlatılmalıdır.
Önemle tekrar gündeme getirilmesi gereken bir diğer konu da, hem Kürt özgürlük hareketinin hem de Batı’daki sosyalist ve demokratik örgütlerin iç yapıları birbirinden farklı, bazen işlevlerini yerine getiren bazen de yerine getiremeyen ‘‘Halk Meclisleri’’ tipinde örgütlenmeleri bulundukları yerde en geniş halk katılımını sağlayacak şekilde genişletilmeli ve gerçekten düzenden bunalan partili/partisiz bütün emekçilerin, aydınların, akademisyenlerin sorunlarını tartışabileceği platformlara çevrilmelidir.
Bu meclisler süreç içinde sorunların sadece tartışıldığı yerler değil; çözüm ve karar üretilen yerlere dönüşecektir. Halkın ve devrimcilerin parlamentoyu terk eden, halka ilişkin kararları tamamen kapalı kapılar arkasında alacağı bu yeni plana vereceği cevap çok yığınsal ama aynı zaman da işlevsel olmalıdır. Bu sürecin dar grup çıkarlarına kurban edilmemesi halinde kısa bir sürede yurt çapında alternatif bir parlamentoya dönüşebileceğine inanıyoruz. TBMM’den dışlanan veya gerçekten demokrat olan vekiller kendi seçim bölgelerinde bu meclislerin içinde yer almalıdırlar. Onları meclise gönderen seçmenleri ile bu meclislerde buluşmalı ve kendi meclislerinde seçmenlerine yüzlerini dönmelidirler. Bu alanda ileri doğru atılan adımlar çoğulcu-devrimci bir eylem ve düşünce platformu oluşturacak, birbirinden farklı deneylerle zenginleşerek, nitelik olarak da halka sahte burjuva demokrasisinden daha ilerde -kuralları ve işleyişi yerellerde kendi bileşenleri tarafından belirlenen- örnekler sunacaktır.
Önümüzdeki koşullar nasıl gelişirse gelişsin sosyalistler ve demokrasi güçleri asla 16 Nisan öncesi gibi geri ve kokuşmuş bir parlamentarizme dönüşü; burjuvazinin istediği zaman kapattığı, istediği zaman kuşa çevirip milletvekillerini sorgusuz sualsiz tutukladığı, istediği zaman da askeri üslerden havalanan jetlerine bombalattığı bir parlamentoyu kabul etmek, oradan siyasal çözüm üretmek meşruiyet çözümleri bekleme hatasına düşmemeliler.
Türkiye Komünist Partisi halkın gerçek iradesinin ortaya konabileceği Halk Meclisleri, Demokrasi Meclisleri, Haziran Meclisleri, İşçi Meclisleri gibi kollektif kararlar alınabilen bu meclislerin demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde emekçilere zengin bir deneyim kazandıracağına inanmaktadır ve meclislerin bütün bileşenleri ile bu meclislerin başarısı için hiç bir ön koşul öne sürmeden çalışmalarına katılacağını kararlılıkla açıklamaktadır.